O T/SAN/HAT

HAT

Anadolu’da Türk birliğini sağlayarak zengin, âdetâ imbikten süzülmüş bir medeniyeti Selçuklular’dan devralan Osmanlılar, Amasya’yı şehzâdelerin idârî ve askerî tecrübe kazandıkları, eğitim gördükleri Şehzâde sancağı yaptılar. Yıldırım Bâyezid’den başlayarak uzun zaman tahta en yakın şehzâdelerin Amasya’da eğitim görmeleri, vâlîlerin bilfiil ilim ve san’at faâliyetlerine katılmaları, Amasya’nın kültür hayâtını önemli ölçüde etkiledi. Dînî ilimlerde, felsefe, tıp ve tasavvufta, lisan, şiir, mûsikî ve hat sâhalarında Amasya kaynak ve mektep oldu. Osmanlı devletinin kuruluş safhasında vezirlik, müderrislik gibi mühim mevkîlere Amasya ve civârından getirilen âlimler tâyin edildi. Bu sebeple Türk medeniyeti târihinde iki asrı aşan bir zamandan beri İslâm dünyâsına mühim şahsiyetler yetiştiren Amasya, Bursa ve Edirne’den sonra, en seçkin ulemâ ve san’atkâr kadrosuna sâhip bir şehir vasfını kazandı. Osmanlı hat san’atında üslûp arayışı ve ilk teceddüt hareketleri Fâtih Sultan Mehmed devrinde ve İkindi Bâyezîd’in yirmialtı sene süren Amasya vâliliği esnâsında başladı. Bunu, İstanbul’un fethiyle Türk İslâm mefkûresini gerçekleştiren Fâtih’in cihâd-ı ekber olarak îlan ettiği ilim ve güzel san’âtlarda başlattığı hamlelerin netîcesi olarak kabul etmek gerekir. Amasya şehrinin sâhip olduğu bu yüksek san’at ve ilim hayâtını aydınlatacak yeterli araştırmalar henüz yapılmış değildir. Yalnız, Hüseyin Hüsâmeddin Efendi’nin tedkîke muhtaç bâzı tespitlerine göre, Hacı Şadgeldi Paşa’nın (764/1362) sır kâtibi ve Anadolu hattatlarının pîri kabul edilen Yahyâ-yı Rûmî etrâfında güzel yazı meraklıları toplandı. Yıldırım Bâyezid zamânında Yahyâ-yı Rûmi’nin talebesi, Amasya kadısı Muslîhiddin Abdurrahman Çelebi de meşhur hattatlardandı.
Amasya vâlîsi II. Murâd’ın nişancısı Abdullah Çelebi (Bağdâdîzâde), II. Murad ve Fâtih’in reîsülküttâbı Ahmed Çelebi’nin hat san’atının Amasya sancağında yayılmasında önemli hizmetleri oldu. Daha sonra Sinâneddin Yusuf Çelebi veyâ Yahyâ-yı Rûmî’nin talebesi kabul edilen Amasya’da Şehzâde Alâeddin’in dîvan kâtibi Hayreddin Halil Çelebi (Mar’aşî)’nin etrafında geniş bir hat muhîti, mektebi doğmaya başladı. İyi bir san’at terbiyesi almış olan Fâtih, İstanbul’un fethinden hemen sonra şehrin îmârı için hayır sâhiplerinin, paşaların hayrâta yönelmelerini emretti. Böylece Fâtih cihanşümul bir devletin merkezi olarak seçtiği İstanbul’u, Doğu ile Batı Kültür ve san’atlarının kaynaştığı bir merkez hâline getirmek istiyordu. Bu emre uyularak vakıflar kuruldu ve îmar seferberliği başlatıldı. Kısa zamanda İstanbul ufkunda Türk-İslâm medeniyetinin nişânesi dînî, içtimâî ve ilmî müesseseler yükseldi. “Rumeli ve Anadolu taraflarından İstanbul’’da karâra rağbet eden raiyye, men’ olunmayıp belki her taraf ashâb-ı sanâyi’ü hıref ve iyâli ile pâyitahta irsâl oluna deyû ahkâm-ı mutâ’ gönderildi” Böylece, yalnız âlim ve san’atkârlar da büyük ikramlarla İstanbul’a dâvet edildi.
Hangi din ve mezhepten olursa olsun, hakîkî ilim adamlarını himâye eden Fâtih, onları meclislerinde bulundurmuş, görüşlerinden istifâde etmiş, kendi kütüphânesi için yabancı dillerden tercümeler yaptırarak ilim ve san’atta Osmanlı rönesansı başlatmıştır. Onun devrinde mîmâride, mûsikîde, şiir ve edebiyatta, hat ve tezhip san’atlarında tekâmüle doğru en ciddî adımlar atılmıştır. Fâtih devrine âit vesîkalar arasında bulunan 883 târihli Mevâcib defterinden her türlü san’at erbâbına saray teşkîlatında yer verilmiştir. Sarây-ı Cedîd nakışhânesinin Fâtih tarafından kurulduğu, başına da Baba Nakkâş’ın getirildiği bilinmektedir.
Fâtih’in kendi kütüphânesi için hattatlara istinsah, müzehhiplere tezhip ettirdiği kitapların bir kısmı Süleymâniye ve Topkapı Sarayı Müzesi kütüphânelerinde bulunmaktadır. Bu eserlerin her biri kitap san’atlarımız bakımından önemle üzerinde durulması, incelenmesi gereken belgelerdir. Bu kitaplarda cilt, tezhip, minyatür ve hat san’atlarında yeni üslûpların doğduğu ve müstakbel tekâmülün temellerinin atıldığı görülmektedir. Aklâm-ı sitte dışında doğan ve Osmanlılarda gelişen nesta’lik hattının Fâtih zamanında İstanbul’da yayılmaya başladığı bilinmektedir. Osmanlı devletinde dîvandan çıkan kararların yazıldığı dîvânî yazı, mevcut örneklerinden anlaşıldığına göre, Fâtih devrinde tekâmül etmeye başlamıştır. Bu konuda Mustafa Âlî şunları kaydediyor: Anadolu’da dîvâni hattatları Acem dîvânî üslûbunu değiştirmişler, bu yazıyı okunması ve yazılması kolay bir hâle getirmişlerdir. Bu üstatların en meşhurları: Kâtib Tâc (Tâceddin), Tâcî Beyzâde ve Matrakçı Nasuh’tur.
Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin resmî ve mâlî kayıtlarında, 1875 târihine kadar kullanılmış olan siyâkat yazısının da Fâtih zamanında yeni bir tarz kazandığını kaynaklardan öğreniyoruz. II. Bâyezid ve Yavuz Sultan Selim’in nişancısı Amasyalı Tâcî Beyzâde Câfer Çelebi Osmanlılar’ın resmî lisânında ve dîvan kitâbetinde bir çığır açmış, tuğrâ ve dîvânî yazıyı güzelleştirerek ıslâh etmiştir. Aklâm-ı sitte ve celî sülüste ise Edirneli Yahyâ Sûfî, oğlu Ali b. Yahyâ ve Hayreddin Halil Çelebi mihrakları etrâfında hat san’atında millî benliği ve millî zevki arayan hattatlar ve Esâtize-i Rûm bu zeminde yetişmiş, hat san’atında yeni ufuklar açılmıştır. Mir Tâcî, Seyyid İbrâhim, 841/1437 de şöhreti yayılan Şeyh Mehmed Vesîmî talebesi, Abdurrahmân-ı Sâyiğ, Yahyâ-yı Rûmî öğrencisi Mecdeddin, Ali Yetim, Fâtih’in hattatı Mehmed b. Seyyid Gârî, Muhyiddîn-i acemî (ö.880/1475), Bağdatlı Ergun Kâmil neslinden, Hayreddin Mar’aşî talebesi Muhyiddin Köseç (ö. 910/1505), aklâm-ı sittede Rûm’un Yedi üstâdı (Esâtıze-i Rûm) kabul edilen Şeyh Hamdullah’ın dayısı Celâleddin, oğulları Cemal ve Muhyiddin Amâsî, Şeyh Hamdullah, oğlu Mustafa Dede, Esedullâh-ı Kirmânî’nin öğrencisi Ahmed Karahisârî, Bursalı Şerbetcizâde İbrâhim Efendi, Osmanlı hat mektebinin teşekkülünde büyük hizmetler vermiş üstadlardır. Fâtih devrinde Amasyalı hattatlar tarafından Türk hat san’atına üslûp kazandırma yolundaki gayretlerinin II. Bâyezid zamânında semeresi alınmıştır.
II. Bâyezid şehzâdeliğinde yazı hocası olan Şeyh Hamdullâh’ı talebeleriyle Amasya’dan İstanbul’a dâvet etmiş, kendisine sarayın harem dâiresinde oda ayırmış, timâr vermiş, Mushaf ve kıt’âlar yazdırmak sûretiyle hat san’atında Osmanlı üslûbunun doğmasına sebep olmuştur. Şeyh Hamdullah uzun çileli bir çalışma ve tedkik sonucu yazıda arzu ettiği kemâle ermiş, Osmanlı hat mektebinin temelini atmıştır. Açtığı çığır bütün İslâm âleminde benimsenmiş, hattatların üstâdı kabul edilmiş, Kıbletü’l-küttab nâmiyle yâdedilmiş, bir buçuk asır süren Yâkut üslûbu sona ermiştir.
Şeyh’in aklâm-ı sitteye bilhassa sülüs ve neshe kazandırdığı seviye, Yâkût Musta’sımî’den sonra en önemli tekâmül merhalesi olarak kabul edilmiştir.