YAZ /DEPREM

DEPREM

17 Ağustos 1999’dan bahsetmek istiyorum biraz… Hani hepimizin askerlik hatırası gibi anlattığı geceden… Trajikomik hatıralarımdan birini sizlerle paylaşmak istedim.
17 Ağustos günü Kumburgaz’dayım… Gece pazarına gittik… Hem yürüyüş, hem alışveriş için…
Dönüşümüz çok eğlenceliydi… Bir sürü yıldız kaydı… Hayatımda hiç bu kadar yıldız kaymasını peş peşe izlememiştim…
Hava çok sıcaktı… Uyuyamadım… Balkon ile yatak odası arasında mekik dokudum… Artık uyumalıydım… Pencereyi sonuna kadar açtım… Yastığımı pencerenin önüne koydum… Perdenin bir ipliği bile kıpırdamıyordu…
Yatağa oturur oturmaz bir patlama oldu… Gökyüzü bembeyazdı…
Bu ses ve ışık ile daha önce hiç karşılaşmamıştım…
Atom bombası attılar diye düşündüm… Düşündüm de kim bize atom atacaktı? Yunanistan ile, eh fena değildik canım… Saddam mı acaba? derken korkunç sallantı başladı…
Kızım Şebnem ile aynı odada yatıyoruz… Onu nasıl kaldırıp kapının önüne kadar getirdiğimi hatırlamıyorum…
Ne yapmalıydım… Bu kadar şiddetlisi ile ilk defa karşılaşıyordum… Evet, dua etmeliydim… Ama hiç birini hatırlamıyordum ki …
Sadece “ Allahım senden sana sığınırım” demekten başka bir şey gelmiyordu aklıma…
Ne demeliydim yani? Polisi arayıp:
-Memur bey, bizim evi sallıyorlar, acele ekip yollayın mı, deseydim. Veya valiyi arayıp:
-Sayın valim İstanbul’u sallıyorlar, uyuyor musunuz mu, deseydim…
Kimi, kime şikayet edecektim…
Bu arada kızımı kaybettim… Zavallım yere çömelmiş:
-Allahım ben daha çok küçüğüm, ne olur ölmeyeyim, diye dua ediyordu…
İlk şoku atlattık… Koca bina yalpalaya yalpalaya yerine oturmaya çalışıyor. Dua ediyorum ki isabet kaydetsin… Yoksa…
Bunları düşünürken ikinci deprem başladı… Artık sükunetimi kaybettim… Çığlıklarım birbirini kovalıyordu…
Bir anda annem ve babamın salonda yattıklarını hatırladım… Başımı uzatarak salona baktım… İkisi de yataklarının içinde oturmuşlar dua ediyorlardı… Annem:
-Zeki, kalkalım mı? diyor.
Babam:
-Oturalım hanım, gittik… gittik diyordu…
Ağlanası ve gülünesi bir durum içinde kalmıştım… Bu arada güm diye bir ses daha geldi… Evet büyük bir ihtimalle bir kat gömülmüştük…
Deprem bitti… alelacele evi terk etmemiz gerekiyor…
Bu sırada telefon çaldı… Eşim:
-Nasılsınız… ben iyiyim… hemen kapatıp binayı terk ediyorum…
Telefonumu, arabanın anahtarını buldum… süratle aşağıya indik…
Gökyüzü simsiyah… Milyonlarca yıldız bu kapkara geceyi aydınlatıyor…
Hemen arabaya girdim ve radyoyu açtım… Bir kanal açık, o da şarkı çalıyor…
“Dağlar kızı Reyhan, Reyhan, Reyhan “….
Yahu kardeşim, haberlere geçsene… Nerede, ne oldu…
Neyse biraz sonra haberler başladı…
-Sayın dinleyiciler… Ülkemizde büyük bir deprem gerçekleşti… (Yapma ya bilmiyorduk) Merkez üssünün Burdur olduğu haber merkezimize ulaştı.
Ne diyon sen kardeşim… Burdur ile İstanbul arasında kaç kilometre var biliyor musun?.. İstanbul bu kadar etkilendi ise birçok şehir haritadan silinmiştir…
Radyo devam ediyor:
“ Dağlar kızı Reyhan, Reyhan, Reyhan”
İnanın bu bir belgeseldir… Aynen yazıyorum ki duyarsızlığımız iyi anlaşılsın…
Yine aynı radyo biraz sonra işin ciddiyetini kavradı ve müzik yayınını kesti… Ardından haberler gelmeye başladı…
Etrafta ilginç ve ürkütücü bir sessizlik… Herkes arabasının içinde ajansları dinliyor… Radyodan ilginç bir haber daha:
-İstanbul Avcılar’da pek çok ev yıkıldı… Yıkılan evlerin enkazı E-5’in kapanmasına sebep oldu…
Bir anda ağabeyim aklıma geliyor… O da Avcılar’da oturuyor… Son sürat cep telefonumu tuşluyorum… Cevap yok… Sabaha karşı ona ulaşmam mümkün oldu… Beni duyamıyor; ama ben onu duyuyorum… Allah’a çok şükür sesi enkaz altından gelmiyor…
………………………………….
Benim kısa askerlik hatıram, pardon deprem hatıram bunlar…
Deprem bana neler öğretti.
1- Deprem ile yaşamaya alışmalıyız.
2- Deprem öldürmez, bina öldürür.
Ne güzel öğrenmişim değil mi?
Öğrenmedim… Bunlar bana zorla öğretildi… Ne demek deprem ile yaşamaya alışmalıyız…Yahu deprem bir kedi mi ki evde ona alışacağız…
Şaka bir yana bu cümle beni hep korkuttu… Neden: Çünkü ben her an depremi düşünmek istemiyorum… Her an deprem olacakmış diye düşünmek insanı depresyona sokabilir…
Ben torunlarımı büyüttükten sonra huzur içinde, kendi yatağımda, mümkünse ecelimle ölmek istiyorum. Yok öyle deprem sırasında cenin pozisyonu almışken ölmek…
Tedbir alalım diye öyle söylüyorlar… Ben tedbirimi aldım; ama derler ya “Kulun bir hesabı vardır, Allah’ın da bir hesabı”… Ya evdeki hesap çarşıya uymazsa…
Hadi evimizdeki eşyaları duvara monte ettik, eh evimiz de sağlam… Hiç mi bir yere gitmeyeceğiz… Yani şimdi ben sevgili dostum Birsen’e gittiğimde:
-Birsenciğim, bak eşyalarını duvara monte etmemişsin, valla bir daha sana gelmem… Veya:
-Birsenciğim, eviniz kaç şiddetinde depreme dayanıklı… Cevabı 5 şiddetinde olursa, yani ben … Ben… Birsen ile görüşmemeli miyim?
Deprem ile yaşamaya alıştık ya… Yani şimdi ben Boğaz’ın mavi gözlerine bakıp balık+midye tava yiyemeyecek miyim ?
Yani yine ben Baltalimanı’nda, lokalde, deniz kenarında Türk kahvemi yudumlayamayacak mıyım ?
Ben vazgeçtim depreme alışmaktan… Lokalde Türk kahvemi içip, arkasından da Serap’ıma bir güzel de fal baktırmaya karar verdim…
Serap falıma bakıyor:
-Ayşe, sana büyük bir kısmet var… Deniz… Muazzam bir deniz… Köpük köpük… Kocaman dalgalar… Ortasında kocaman bir “ T “ harfi !!!
Canını seven kaçsın bu T, olsa olsa Tsunami’dir… (Depremle yaşamaya alıştık ya aklıma başka hiçbir şey gelmiyor.)

Deprem öldürmez bina öldürür… Hangi bina… Evim mi? İşyerim mi? E-5’teki tüneller veya viyadükler mi?
Hadi diyelim benim evim sağlam… Tünelden geçerken ne olacak … Hani deprem ile yaşamaya alışmalıydık… Alışmak için devamlı düşünmek gerekir değil mi? Düşün, düşün, düşün…! Ama biraz da siz düşünün canım…
Yani her Mecidiyeköy viyadüğünden geçerken :
-Depreme alıştım ben, yıkılırsan yıkıl be kardeşim, demeliyim? Hani acı patlıcanı kırağı çalmaz ya…

Deprem bana çok önemli bir cümleyi kavrattı :
“ Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ibadet et.”

Babamın sözleri hala kulağımda :

-Gittik hanım, gittik…
İşte ben o gece, zamansız gitmekten çok korktum… Zamansız… Ceplerimde götürecek hiçbir şeyim yokken gitmekten…

Anı Defterim-Karalamalar, 2002