YAZ / VAZO

VAZO

Ben kendimi hep bir vazoya benzettim.
Hani bazı vazolar vardır, aslında almaya gücünüz yetmez ama ya zengin bir dostunuzun cömert bir hediyesi olarak evinize gelmişlerdir, ya miras olarak size kalmışlardır, ya da ucuzluktan evinize zengin, aristokrat bir hava versin diye almışsınızdır.
Aslında hiç de beğenmemişsinizdir ama evinizde öyle bir vazonun olması sanki statünüzü yükseltecektir.
Beğenmemişsinizdir ama sürekli ona bakarak ve sürekli onun hakkında konuşarak ona kendinizi alıştırmışsınızdır. Hatta sevmeye başladığınız bile söylenebilir. En azından karşıdan bakanlar öyle sanabilirler…
Onun için önemli bir harcama yapmadığınız için gözünüzde değersizdir ve bir gün sinirlenirsiniz bir şeylere ve elinize geçirdiğiniz gibi yere çalarsınız onu…
Sonra üzülürsünüz, ya değerli bir vazoydu, neden böyle yaptım, diye hayıflanırsınız. Alır elinize yapıştırıcıyı ve kırılan parçalarını yapıştırırsınız.
Artık vazo kırılmıştır ve yapıştırılmıştır. Kırılan yeri her zaman gözünüze batar.
Sonra bir gün farkında olmadan kolunuz çarpar, dikkat etmezsiniz ve yeniden yere düşer. Nasıl olsa bir kere kırılmıştır, önemi yoktur artık, yeniden yapıştırırsınız.
Bir iki derken vazonuz artık her gün kırılır duruma gelmiştir. Siz de inatçı bir şekilde onu yapıştırmaya devam edersiniz.
Artık vazo gözünüzde bütün değerini yitirmiştir. Eskiden üzerinde olan pembe, mavi çiçekleri de görülemez hale gelmiştir.
Zaten beğenmemişsinizdir onu alırken ve kendiniz onu perişan hale getirdikten sonra da hiç beğenmezsiniz.
Sonunda bir temizlikçi kadın size sormadan alır o vazoyu ve çöpe atar.
Akşam eve geldiğinizde bir de bakarsınız ki paramparça olmuş vazonuz artık yerinde yoktur. Sorarsınız yine de, akıbetini. Söylerler çöpe attık, diye.
Gider bakarsınız çöp bidonuna, çöpçüler çoktan alıp götürmüşlerdir onu…
Anlamsız bir üzüntü duyarsınız…
Eve ilk geldiği günü hatırlarsınız. Ne kadar da şık hale getirmişti evinizi.
Sonra onu ilk defa kırdığınız sahne aklınıza gelir. Yapıştırdım ama diye kendi kendinizi teselli edersiniz.
Ne zaman, kaç kere yere düştüğünü hatırlamak istersiniz, sayamazsınız bir türlü kaç kere yapıştırdığınızı.
Sonra dersiniz ki içinizden keşke…
Keşke onu beğenerek alsaydım, keşke onu dostlarım değil de ben de çok beğenseydim.
Keşke onu hiç kırmasaydım da yapıştırmak zorunda kalmasaydım.
Olan olmuştur bir kere…
Pembe, mavi çiçekleri ile ne de güzel bir porselen vazoydu, dersiniz.
Keşke ona daha çok dikkat etseydim, evimin baş köşesine koysaydım, baba yadigarı gibi…
Kimsenin ona dokunmasına müsaade etmeseydim, ona hediye olsun diye içine beyaz orkidelerden bir demet yerleştirseydim.
Her gün tozunu alsaydım ve elimdeki gazetemin bile ona değip onu incitmesine engel olsaydım, diye söylenirsiniz kendi kendinize.
Ne de güzeldi aslında ama bana uygun değildi, bana hediye verilmişti, ben kıymetini bilemedim, haydan gelen huya gider misali onu ne de kolay kırdım, diye düşünürsünüz.
Ve yine keşke dersiniz, temizlikçi kadın onu atmasaydı, hatta keşke çöpçüler onu götürmeseydi de onu evime kırılmış olsa bile yine alabilseydim.
Ama keşkeler bitmiştir ve pembe, mavi çiçekli vazo hak etmediği halde çöplükteki yerini bulmuştur.
Kader dersiniz, kader böyle istedi. Benim suçum yok, bütün suç kaderde…
Yeni bir vazo gerekir, o pembe, mavi çiçekli vazonun yerine… Alışverişe çıkar ve ilk gözünüze çarpanı alır, koyuverirsiniz onun yerine…
Pembe, mavi çiçekli vazo gibi değildir ama vazodur işte…
Gördüğünüz her çöp bidonuna bakar onu hatırlarsınız…
Kim bilir belki bir gün çöp ayıklayanlardan biri onu atıldığı yerde bulur, pembe, mavi çiçekleri hoşuna gider de fakirhanesine götürüp baş köşeye koyar. Kırıklarına, yapıştırma izlerine aldırmadan…
Belki de pembe, mavi çiçekli vazo çöp öğütme makinesine atılır ve paramparça edilir…
Sonunda onu unuttuğunuzu sanırsınız…
Ve bir gün gözünüz gibi baktığınız yeni vazonuz da rüzgara kapılıp kendiliğinden düşer yere… Yapıştırıcıya ihtiyacınız olur ve satıcı bir poşete koyar yapıştırıcıyı… Poşetin üzerinde pembe ve mavi çiçekler vardır, çiçeklerin üzerinde de bir damla gözyaşı…

Ayşe Tulun, Ağustos 2005