T T/ SEL/ ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

  • ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ

Anadolu Selçuklu Devleti, 1071 Malazgirt zaferini takip eden bir kaç yıl içinde büyük bir Türk nüfusunun Anadolu’ya yerleşmesiyle kurulmuştur.

Daha İran’da Selçuklu Devleti kurulmadan Anadolu’ya 1016 yılında başlayan ve 1040 yılına kadar devam eden Türk akınları bir keşif hareketinden ibaretti.

Devletin kurulmasından Malazgirt zaferine kadar süren otuz yıllık gaza ve savaşlar, Anadolu’da Bizans mukavemetini kırmak ve burada yeni bir vatan kurmak bakımından büyük bir önem taşımaktadır.

Türk ve dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferi, Türklere Anadolu’nun kapısını kesin olarak açıyordu.

Sultan Melikşah, amcası Kavurd’un isyanını bastırdıktan sonra Anadolu’nun fethine daha fazla önem vererek büyük Türkmen beylerini bu fetih hareketiyle görevlendirdi. Bu sırada taht kavgaları sebebiyle zayıflamış olan Bizans İmparatorluğu Türk akınlarına fazla mukavemet edecek durumda değildi.

Nitekim Artuk Bey kumandasındaki Türk ordusu bugünkü İzmit yakınlarında Bizans birliklerini ağır bir yenilgiye uğrattı. İşte bu sıralarda Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ı Anadolu’da görmekteyiz.

İlk zamanlar Sultan Melikşah’a muhalif bir tavır takınan, fakat halifenin araya girmesiyle nihayet Anadolu’nun fethine memur edilmiş olan Kutalmışoğulları, Melikşah’tan fethedecekleri ülkelerin emirlik fermanını da almışlardı. 1074 yılından itibaren Süleyman Şah’ın Anadolu’da faaliyetleri tespit edilebilir.

Aynı yıl Antakya ve Halep’i kuşatan Süleyman Şah, Suriye meliki Atsız ile ihtilafa düşmüş ve bunun üzerine Orta Anadolu’ya yönelerek 1077 yılında Konya’yı zaptetmiştir.

Bundan sonra Bizans’taki taht kavgalarına müdahale imkanını bulan ve bu sayede fazla zorlukla karşılaşmadan bir çok şehir ve kaleyi ele geçiren Süleyman Şah 1078’de İznik’i fethederek merkezini oraya nakletti. Böylece Türkiye Selçuklu Devleti’nin temelleri atılmış oluyordu.

Öte yandan Malazgirt zaferini müteakip Türklerin Anadolu’ya girmelerinin Hıristiyanlık bakımından neticelerini hassasiyetle kavrayan Papa VII. Gregorius 9 Temmuz 1073 tarihinde Bizans imparatoruna yazdığı bir mektupta Ortodoks ve Katolik kiliselerinin anlaşması zamanının geldiğini bildiriyor ve imparatorun müsait davranması üzerine bütün Hıristiyanlara hitaben 2 Şubat ve 1 Mart 1074 tarihli meşhur mektuplarını neşrediyordu.

Buna göre, Gregorius, Haçlı Seferleri’nin ilk alarmı sayılan bu davetinde Türklerin tehlikeli ilerleyişini açıkladıktan ve Müslümanların Hıristiyanları "koyun gibi boğazladıklarını" şiddetli bir dille iddia ettikten sonra din kardeşlerini kurtarmak üzere, Türklere karşı Bizans İmparatorluğu’nun yardımına koşmak lüzumunu ilan ediyordu. Ancak bu alarm, Papa ile Roma-Germen imparatoru IV. Henri arasındaki anlaşmazlık yüzünden o sırada bir tesir meydana getirememiştir.

Süleyman Şah fetihlerine devam ederek kısa zamanda Bizans aleyhine hudutları oldukça genişletti. 1080 yılında İznik’i Türklerden geri almak gayesiyle adı geçen şehir önlerine gelmiş olan Bizans ordusunu ağır bir mağlubiyete uğrattıktan sonra Üsküdar’a kadar ilerleyen Süleyman Şah, burada kurduğu gümrük daireleri ile Boğaz’dan geçen gemilerden gümrük vergisi almaya başladı.

Fakat Aleksios I. Komnenos’un Bizans tahtına geçmesinden sonra durum Bizans lehine gelişmeğe başladı. Türk birlikleri yavaş yavaş geri çekilmek zorunda kalıyorlardı. Fakat Aleksios’un Balkanlar’da durumu hiç de iyi değildi. İmparator Balkanlar’daki Peçenek ve Norman tehlikesi karşısında bu sırada Kilikya cephesinde olan Süleyman Şah’a müracaat ederek vergi karşılığında barış istedi. Doğu ve güney cephesinde meşgul bulunan Süleyman Şah, Aleksios’un bu teklifini kabul etti.

Yapılan anlaşmaya göre iki devlet arasında, Kocaeli yarımadasındaki Drakon çayı hudut olacak ve aynı zamanda Türkler Bizans imparatoruna yardım edeceklerdi (1082). Batı hududundan emin olan Süleyman Şah, Anadolu’da ayrı noktalar halinde kalan Bizans kalelerini zabta başladı. Tarsus, Adana, Misis, Anazarva (Ayn-ı Zarba) ile Kilikya’nın bazı şehirlerini ele geçirmiş ve Malatya’yı haraca bağlamıştır.

Anadolu’nun Türkler tarafından fethi sırasında Doğu Anadolu’da bulunan Ermeniler batıya çekilerek Kilikya ve Urfa taraflarında yeni yeni siyasi teşekküller kurmaya başlamışlardı. Bunlardan birisi de Antakya’ya hakim olan Ermeni Philaretos idi. Ancak Philateros, hiç bir kimse tarafından sevilmemiş, kendi yurttaşlarının ağır suçlamalarına ve oğlunun bile hıyanetine hedef olmuştu.

Nitekim oğlu Barsam, hapisten kaçarak İznik’e gitti ve Süleyman Şah’ı Antakya’nın fethine teşvik etti. Süleyman Şah yeter miktarda kuvvetle, kimseye sezdirmemek için yalnız geceleri ilerleyerek 12 günde Antakya’ya geldi ve tespit edilen noktalardan şehre girerek, halkının da desteği ile kolaylıkla şehri ele geçirdi (1084 Aralık).

Süleyman Şah’ın el-Cezire ve Suriye’nin kilit noktası durumundaki Antakya müstahkem şehrini zaptetmesi Suriye meliki Tutuş ile aralarının açılmasına sebep oldu ve Süleyman Şah’ın Nisan 1086 tarihinde Halep’i kuşatması iki Selçuklu şehzadesini savaşa götürdü. Ayn-ı Seylem mevkiinde yapılan savaşta ordusu dağılan Süleyman Şah mağlup oldu ve hayatını kaybetti (4 Haziran 1086). Sultan Melikşah’a bağlı olan Süleyman Şah, on yıl gibi kısa zamanda Anadolu’nun büyük bir kısmını fethetmiş ve burada yeni bir Türk devletinin temellerinin atmıştı.

Yaptığı fetihler İslam aleminde büyük bir sevinç yaratmış, Abbasi halifesi ona sancak ve hilat göndermiş ve "Nasır’üd-Devle Ebu’l-Fevaris" lakabını vermişti. Süleyman Şah, Müslüman olmayan ülkelerde fetih yaptığından dolayı Gazi unvanını da almıştı.

Süleyman Şah’ın ölümünden sonra İznik’te vekil bırakmış olduğu Ebu’l-Kasım, yeni kurulmakta olan Türkiye Selçuklu Devleti’nin dağılmasını önlediği gibi Bizans’a karşı başarılı akınlar yapmıştır.

Fakat Emir Porsuk’un İznik üzerine yürümesi ve İmparator Aleksios Komnenos’un Porsuk’a karşı bir ittifak teklif etmesi üzerine Ebu’l-Kasım İstanbul’a giderek Bizans ile anlaşma yapmak mecburiyetinde kaldı. Porsuk İznik’i kuşattı ise de Bizans imparatorunun yardımcı kuvvetler göndermesi üzerine kuşatmayı kaldırdı.

Emir Porsuk üç ay devam eden kuşatma esnasında şehri ele geçiremeyince Sultan Melikşah onu geri çağırarak yerine Urfa emiri Bozan’ı tayin etti. Bozan İznik’i kuşattı ve etrafa akınlar yapmaya başladı.

Vaziyetin nezaketi dolayısıyla Ebu’l-Kasım, Aleksios Komnenos’tan yardım istedi. Çevirdiği entrikalarla Türkleri birbirine düşürmeğe gayret sarf eden Aleksios bunu bir fırsat bilerek Ebu’l-Kasım’ın yardım isteklerini cevapsız bıraktı.

Artık kurtuluş ümidi kalmayan Ebu’l-Kasım, Sultan Melikşah’tan af dilemek için İsfahan’a gitti. Burada da yüz bulamayınca tekrar Anadolu’ya dönmek zorunda kaldı ve yakalanarak Emir Bozan tarafından öldürüldü.

Onun yerine geçen kardeşi Ebu’l-Gazi devleti ayakta tutmasını bildi. Sultan Melikşah’ın ölümüyle oğulları arasında saltanat kavgaları başlayınca Süleyman Şah’ın oğlu Kılıç Arslan, Horasan’dan gelerek İznik’te Türkiye Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı sıfatıyla (1093) başlarında tahta oturdu.

Sultan I. Kılıç Arslan İznik’te Selçuklu tahtına geçtiği sırada Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Saltuk, Danişmend, Mengücükoğulları ve İzmir’de Çaka Bey müstakil hükümdar gibi hareket ediyorlardı. Dolayısıyla Anadolu Türk birliğinden söz edilemezdi.

İzmir’i devletine merkez yapan Çaka Bey, Adalar denizinde meydana getirdiği ilk Türk donanması ile bir çok zaferler kazandıktan sonra Balkanlar’daki Peçenek Türkeleri ile ittifak yaparak Bizans imparatorunu ortadan kaldırmak tasavvurunda idi. Kılıç Arslan bu kudretli Türk beyi ile münasebete girişmiş ve onun kızıyla evlenmişti. Anadolu sultanı sıfatıyla kendisine tabi olması gereken Çaka’nın bu derece kuvvetlenmesi Selçuklu sultanını endişelendiriyordu.

Kılıç Arslan ile Çaka arasındaki durumdan maharetle faydalanmasını bilen Bizans imparatoru, çeşitli entrikalarla Kılıç Arslan’ı onun aleyhine tahrik etti ve ittifak yapmayı başardı. Nihayet iki hükümdar müştereken Çaka’ya karşı harekete geçtiler. İkisine karşı koyamayacağını farkeden Çaka, Kılıç Arslan’ın yanına gitti. Kılıç Arslan onu görünüşte iyi bir şekilde karşıladı, fakat tertiplenen ziyafette daha önce hazırlanan plan gereğince idam ettirdi (1094).

Çaka’nın ortadan kaldırılması ve Bizans imparatoru ile anlaşma yapılmasıyla batı hudutlarını emniyete alan Sultan Kılıç Arslan, doğuya yönelerek Ermeni Gabriel’in elinde bulunan Malatya’yı kuşattı. Kuşatma devam ederken Haçlı ordularının Anadolu’ya doğru ilerlemekte olduklarını haber alınca muhasarayı kaldırmak zorunda kaldı (1096).

Anadolu’nun ve arkasından da Filistin ve bilhassa Kudüs’ün Selçuklular tarafından fethi, Bizans imparatorlarının papalar nezdindeki teşebbüsleri, yavaş yavaş Avrupa’da Müslümanlara karşı bir hareketin başlamasına sebep oldu. Bilhassa Aleksios Komnenos’un 1091 yılında Papa II. Urbain’e müracaat ederek yardım istemesi ve onun da çalışmaları neticesinde o zamana kadar tarihin en büyük askerî harekâtı olan Haçlı Seferleri başlamıştır.

1095 yılında Papa II. Urbanus, Kudüs’ü kurtarılması için bir konferans düzenlemiş, bütün Hıristiyanlara savaş için çağrı yapmış ve gerçekten onları etkilemişti. Haçlı ordusunun ilk toplanma yeri Fransa oldu. Sonra bu ordu Almanya’da toplananlarla birleşti. Macaristan’da ve Balkanlar’da toplananlar da yolda onlara katıldı.

Bunların manevi liderleri aynı zamanda rehberleri iki keşiş idi. Bizans kapılarına dayandıkları zaman onların bir çoğu çapulcu alayından başka bir şey olmadığını gören imparator, kurtarıcı olmaktan ziyade batırıcı, yağmalayıcı olacaklarını anlayarak korktu. Hiç bekletmeden, Boğazdan Anadolu yakasına geçmelerini sağladı. Pierre L’ermit idaresindeki çapulcu Haçlı grubu İzmit yakınlarında Kılıç Arslan’ın kardeşi Davud tarafından imha edildiler. Fakat kısa bir süre sonra kontların, düklerin ve şövalyelerin idaresindeki muntazam Haçlı birlikleri gelince Türkler geri çekilmek zorunda kaldılar.

Haçlılar Anadolu Selçuklu devletinin merkezi İznik’i kuşattılar. Kuşatma devam ederken Kılıç Arslan yetişti, ancak sayı ve techizat bakımından çok üstün olan Haçlı kuvvetleri karşısında, düşmana ağır kayıplar verdirmesine rağmen kuşatmayı kıramadı. Kuşatmanın uzamasının daha büyük kayıplara mal olacağını farkeden Türkler, Bizans imparatoru ile anlaşarak şehri ona teslim ettiler (Haziran 1097). Kılıç Arslan da savaş taktiğini değiştirerek Eskişehir’e doğru çekilmeğe karar verdi.

Haçlılar’ın ilerleyişi karşısında Danişmend Gazi ve Kayseri hakimi Emir Hasan ile ittifak yaparak onların kuvvetleriyle birlikte Eskişehir ovasına çıkan vadiyi tuttu. Eskişehir ovasında Temmuz ayında cereyan eden bu tarihi meydan savaşında her iki taraf da kahramanca dövüştü. Fakat düşmanın büyük üstünlüğü ve özellikle Türk silahlarının zırhlı Haçlı şövalyelere tesirsizliği karşısında Kılıç Arslan daha fazla kayıp vermemek için savaş sahasını terk etti. Bundan böyle Haçlılarla meydan savaşı yerine, onların geçeceği bölgelerde su kuyularını kapatarak, ekinleri tahrip ederek ve meskun yerleri boşaltarak yıpratma taktiğine başvurdu.

Haçlılar Orta Anadolu’yu geçerken çok zayiat verdiler. Kılıç Arslan, Danişmend Gazi ve Emir Hasan ile birlikte Ereğli’de yeniden Haçlıların karşısına çıktı, fakat yine başarılı olamadı. Haçlıların İznik’i zaptetmesi üzerine Konya’yı kendisine merkez yapan Kılıç Arslan, bu sırada harekete geçen Bizans imparatoru Aleksios’a karşı gerekli kuvvetleri gönderememiş ve Eskişehir-Antalya hattına kadar olan topraklar Bizans’ın eline geçmişti.

I. Haçlı Seferinde elde ettikleri bu başarı ile Avrupalılar bazı Türk-İslam ülkelerinde küçük Frank devletlerinin kurulmasını sağladılar: Urfa Kontluğu (1098-1114), Antakya Prensliği (1098-1268), Trablus Kontluğu (1109-1289) ve Kudüs Krallığı (1110-1268) gibi. Bununla beraber Antakya Kontu Bohemond’un Danişmendliler tarafından esir edilmesini müteakip Kılıç Arslan 1101 yılında harekete geçen Haçlı birliklerini birbiri arkasından Amasya yakınlarında ve Ereğli’de imha etti (1102).

Haçlılara karşı kazanılan bu son zafer, Selçuklulara, sarsılan emniyet ve itimatlarını iade ettiği gibi Haçlılara ve Bizanslılara Anadolu’dan geçmenin zorluklarını gösterdi. Bununla beraber daha önce Haçlılara karşı ittifak yapmış olan Kılıç Arslan ile Danişmend Gazi’nin arası açıldı. Danişmend Gazi, Kılıç Arslan’ın meşguliyetinden faydalanarak Malatya’yı zaptetti (1102).

Bu arada Bohemond’dan alınan fidye meselesi de aradaki soğukluğu iyice artırdı. Nihayet 1104 yılında Danişmend Gazi’nin ölümü üzerine Kılıç Arslan iki aylık bir kuşatmadan sonra Malatya’yı zaptetti (2 Eylül 1106).

Bundan sonra Bizans imparatoru ile sulh yapıp batı hudutlarını emniyete aldıktan sonra Harran’ı ve Suriye meliki Dokak’ın elinde bulunan Meyyafarikin’i ülkesine kattığı gibi Diyarbakır ve Musul bölgelerine de hakim oldu.

Bu gelişmeler karşısında Emir Cavlı, Artukoğlu İlgazi ve Melik Rıdvan, Kılıç Arslan’a karşı ittifak yaptılar. İki taraf Habur nehri üzerinde karşılaştı. Haziran 1107 tarihinde meydana gelen muharebede Kılıç Arslan’ın birlikleri mağlup oldu; kendisi de esir olmamak için atıyla birlikte Habur suyuna daldı, fakat zırhların ağırlığı sebebiyle boğuldu.

Sultan I. Kılıç Arslan, Türkiye Selçuklu Devleti’nin gerçek kurucusudur. Bütün ömrü Bizans, Haçlılar ve Anadolu’da Türk birliğini sağlamak için mücadele ile geçmiştir. Devrin Müslüman ve Hıristiyan kaynakları onun adil ve cesur bir hükümdar olduğunda ittifak halindedirler.

Sultan I. Kılıç Arslan’ın ölümü ve bu sırada Musul’da bulunan 11 yaşındaki oğlu Şahinşah’ın Emir Çavlı tarafından yakalanarak İsfahan’a götürülmesi üzerine Türkiye Selçuklu tahtı boş kaldı.

Bu vaziyet Selçuklu Devleti’ni oldukça sarsmıştı. Başta Bizans imparatoru Aleksios Komnenos olmak üzere Haçlılar ve Ermeniler harekete geçerek Türklerin elindeki bazı şehir ve kaleleri zaptettiler.

1110 yılında Şahinşah, Anadolu’ya dönerek Konya tahtına oturdu. Onun devletin başına geçmesiyle kısa sürede toparlanan Türkler, Bizanslılara karşı bazı başarılar kazanarak batı hudutlarını genişlettiler (1113).

1116 yılında İmparator Aleksios Komnenos umumi bir hücuma geçerek Akşehir’e kadar ilerledi ve burada yapılan savaşta Şahinşah’ı mağlup etti; fakat seferin asıl hedefi olan Konya’yı zaptetme fikrinden de vazgeçerek İstanbul’a döndü.

İmparatorun çekilmesini müteakip Şahinşah, kardeşi Mesud’un isyanıyla karşı karşıya geldi. İki kardeş arasında taht kavgaları 1116 yılına kadar devam etti ve Mesud, kayınpederi Danişmendli Emir Gazi’nin yardımı ile Konya tahtını ele geçirdi.

Sultan Mesud’un tahta çıkışından bir müddet sonra imparator Aleksios Komnenos’un ölümü ve yerine II. İoannes Komnenos (Yuannis)’in geçmesi (1118) üzerine iki taraf arasında mücadeleler yeniden başladı. Türkler Denizli’yi aldılar. Fakat yeni imparator 1119 ve 1120 yıllarında yaptığı iki seferle Denizli başta olmak üzere bazı şehirleri zaptetti. Fakat Balkanlar’da Peçeneklerin görünmeleri, imparatoru bu cepheye dönmeye mecbur etti.

Sultan Mesud uzun müddet kayınpederi Emir Gazi ile işbirliği yapmak zorunda kaldı. Bizans ve Haçlılara karşı yaptığı savaşlarla ülkesini bir hayli genişletmiş olan ve Abbasi halifesi tarafından "Melik" unvanı verilen Emir Gazi Anadolu’nun en kuvvetli hükümdarı haline gelmişti. Sultanlık Selçuklularda olmakla beraber artık Anadolu hakimiyeti Danişmendlilere geçmişti.

Sultan Mesud’un Emir Gazi ile işbirliği yapması, Ankara ve Kastamonu taraflarına hakim bulunan kardeşi Melik Arap’ı tahtı ele geçirmek için harekete geçirdi. Emir Gazi’nin Artuklularla meşgul olmasından faydalanan Melik Arap, kardeşi Mesud ile yaptığı savaşı kazandı. Sultan Mesud Bizans imparatorundan yardım istemek zorunda kaldı. İoannes Komnenos, Türklerin birbirleriyle savaşmasından istifade ederek Kastamonu’yu zaptetti.

Diğer taraftan Emir Gazi’nin yardıma gelmesi neticesinde Melik Arap mağlup ve Kilikya’ya kaçmağa mecbur edildi. 1127 yılında Melik Arap, Türk ve Ermenilerden topladığı kuvvetlerle harekete geçti. Emir Gazi ile aralarında birkaç defa daha savaş oldu ve neticede Melik Arap Bizans’a kaçarak tarih sahnesinden çekildi.

Sultan Mesud 1134 yılında kayınpederinin ölümüne kadar adeta onun himayesinde idi. Babasının yerine geçen Melik Muhammed ile Sultan Mesud müştereken hareket ederek Bizans aleyhine hudutlarını genişletiyorlardı. Ancak 1143’te Melik Muhammed’in ölümüyle Sultan Mesud üzerindeki Danişmendli baskısı kalkmış oldu. Dadişmendli şehzadeler arasındaki taht kavgalarından istifade ederek Ankara, Çankırı ve Kastamonu’yu Danişmendlilerden geri aldı (1143).

Bir yıl sonra da Elbistan’ı ülkesine kattı. Bu süratli gelişme ile yeniden Anadolu’nun en kuvvetli hükümdarı haline gelen Sultan Mesud, Musul Atabegleri ile Artuklular arasındaki mücadelelerden faydalanarak doğuya doğru hudutlarını genişletirken kendisine bağlı Türkmen akıncıları da Menderes ve Gediz vadilerini takiple batıya doğru ilerliyorlardı.

Bu gelişmeler karşısında Bizans imparatoru Manuel Komnenos, Türkleri Anadolu’dan atmak için büyük bir ordu ile harekete geçti. Batı Anadolu’daki bazı şehirleri zaptettikten sonra Selçuklu başkenti Konya üzerine yürüdü. Akşehir’de bulunan Selçuklu kuvvetlerini bozguna uğratıp bu şehri tahrip ettikten sonra Konya’ya doğru ilerledi.

Sultan Mesud bu haber üzerine süratle doğudan döndü. Aksaray’da ordusunu hazırlayarak Konya önünde imparatorun karşısına çıktı. Bizanslılar Konya civarını çok tahrip etmişler ve halkı öldürmüşlerdi. Selçukluların savaş taktiği karşısında çok zayiat verdiler ve mağlup olarak geri çekilmek zorunda kaldılar.

Sultan Mesud, Anadolu’da kuvvet ve kudretini sağlamlaştırdığı sırada İmadeddin Zengin 1144 yılında Urfa Haçlı kontluğunu ortadan kaldırmıştı. Türklerin bu başarısı Haçlıları endişeye sevkettiği gibi Avrupa’da büyük bir heyecan uyandırdı.

Alman imparatoru III. Konrad ve Fransa kralı St. Louis, bizzat ordularının başında olarak harekete geçtiler. St. Louis’den önce İstanbul’a varan Konrad, İmparator Manuel tarafından derhal Anadolu’ya geçirildi. Birinci Haçlı seferi yolunu takip eden Konrad, Eskişehir ovasına geldiği zaman karşısında Sultan Mesud’u buldu. Ekim 1147 tarihinde cereyan eden savaşta Almanlar, Selçuklular karşısında ağır bir mağlubiyete uğrayarak geri çekildiler. Sultan Mesud, Alman İmparatorunun 75.000 kişilik ordusunu Ceyhan yakınlarında karşıladı. Yapılan korkunç savaşta Alman İmparatoru sadece 5.000 kişi ile canını kurtarabilmiş, güç bela İznik’e sığınmıştı.

Alman ordusunu mağlubiyet haberini alan St. Louis, Orta Anadolu’ya girmekten çekinerek Efes-Denizli-Antalya yolunu takibe mecbur olmuştu. Bununla beraber yolda Türkmenlerin hücumlarına maruz kalan ve bir hayli zayiat veren St. Louis, Antalya’da gemilerle Akka’ya gidebildi. Fransa kralının komutasındaki ordu 150.000 kişilik idi. Bu ordu da Yalvaç yakınında mağlup edildi ve ağır kayıplar verdirildi. Sağ kalanlar, Alman ordusunun canını kurtarabilen 5.000 kişilik birliği ile birleştiler ve ancak deniz yoluyla Akka’ya çıkabildiler.

Haçlılara karşı kazandığı zaferi müteakip Sultan Mesud 1149 ve 1150 seferleri ile Suriye Haçlılarını mağlup ederek Maraş, Göksun, Ayıntab, Raban ve Deluk’u fethetti. Sivas ve Malatya Danişmendlilerini tabiiyetine alarak Kilikya’ya girdi ve 1154 yılında bu bölgede Ermenilerin elinde bulunan bazı şehir ve kaleleri zaptetti. Bütün Kilikya’yı fethe karar verdiği sırada çıkan veba salgını sebebiyle süratle geri döndü. Sultan Mesud 39 yıllık saltanattan sonra 1155 yılında vefat etti.

Basiretli bir siyaset ve sabırlı bir mücadele ile Türkiye Selçuklu Devleti’ni yok olmaktan kurtaran Sultan Mesud, Konya civarında inhisar eden devleti Anadolu’ya hakim bir hale getirmiştir. Haçlılara karşı kazandığı zaferler onu Türkün ve İslam’ın büyük mücahitleri arasına dahil etmiştir. Adaleti ve sağlam idaresi sayesinde Hıristiyanları bile Bizans’tan koparıp kendisine bağlamıştı. Selçuk Devleti’nin ilk imar ve medeni tesisleri de onunla ortaya çıkmaya başlamıştır.

Sultan Mesud ölümünden kısa bir süre önce ülkesini üç oğlu arasında taksim etmişti. Başkent Konya ve havalisini alan ve kardeşlerinin üstü durumunda olan Kılıç Arslan, babasının yerine Selçuklu tahtına geçti, fakat kardeşlerinin muhalefetiyle karşılaştı.

Önce kendisine rakip saydığı ortanca kardeşini bertaraf etti. Bundan korkan küçük kardeşi Şahinşah, Ankara ve Çankırı taraflarına kaçarak Danişmendli emiri Yağıbasan ile işbirliği yaptı. Taht kavgalarının başlaması II. Kılıç Arslan’a karşı Bizans, Ermeni ve Nureddin Mahmud’un harekete geçmelerine sebep oldu. Sultan önce Danişmendli Yağıbasan ile anlaştı, bundan sonra Ermenileri sindirdi ve arkasından da Nureddin’e karşı harekete geçerek Ayıntab’ı zaptetti.

Kılıç Arslan’ı artan kudreti ve kazandığı başarılar düşman ve rakiplerini daha sıkı bir işbirliğine sevketti. Ordusu ile Kilikya’da bulunan Bizans imparatoru Manuel Komnenos 1159 yılında Nureddin Mahmud ile Kılıç Arslan’a karşı ittifak yaptı. Kilikya seferinden dönerken ordusunun Kütahya civarında Türkmenler tarafından baskına uğratılması sultan ile imparatorun aralarının iyice açılmasına sebep oldu.

Ertesi yıl Türklere karşı sefere çıkan imparator Eskişehir civarında yine Türkmenler tarafından oldukça hırpalandı. Manuel Komnenos, Kılıç Arslan’a karşı Suriye’deki Franklardan yardım istediği gibi Yağıbasan ile Ankara ve Çankırı taraflarını elinde bulunduran Şahinşah ile de gizli antlaşmalar yaptı.

Sultan Kılıç Arslan bütün siyasi faaliyet ve entrikaların merkezi olan imparator ile bizzat anlaşmak üzere 1162 yılında İstanbul’a gitti. İmparator Manuel, onun bu gelişini Bizans’ın düşmanlarını birbirine ezdirmek siyasetine uygun olarak büyük bir merasimle sultanı karşıladı ve ağırladı. İki hükümdar arasında varılan antlaşmaya göre karşılıklı yardımlaşma ve Türkmenlerin Bizans’a akın yapmamaları kabul edildi. 

Sultan II. Kılıç Arslan batı hudutlarını emniyet altına aldıktan sonra doğuya dönerek Danişmendliler üzerine yürüdü, Elbistan, Darende ve Tohma suyu boyunu zaptetti (1165). Bu sıralarda Yağıbasan ölmüş ve yerine Zunnun geçmişti. II. Kılıç Arslan bu durumdan istifade ederek Kayseri ve Zamantı havalisini ülkesine kattı. Ankara ve Çankırı havalisini kardeşi Şahinşah’ın elinden aldı (1169). Kılıç Arslan’ın Malatya’yı kuşatması, Nureddin Mahmud’u harekete geçirdi. Ancak bu iki kudretli şahıs arasında bir savaş olmadı.

1174 yılında Nureddin Mahmud’un ölümü, Selçuklu sultanını bu kudretli rakibinden kurtarmıştı. Artık Anadolu’da Türk birliğini kurmak için engel kalmamıştı. Ertesi yıl Sivas, Tokat ve Niksar ile bütün Danişmend ilinin zabtı tamamlandı. Rakipleri kurtuluşu Bizans imparatoruna sığınmakta buldular.

Sultan II. Kılıç Arslan’ın bu başarıları Bizans imparatorunun gözden kaçmıyordu. Aynı zamanda İstanbul’da yapılan anlaşmanın hilafına Türkmen akıncıları Bizans’a karşı akınlara yeniden başlamışlardı. Bu gelişmeler Türkiye Selçuklu sultanlığı ile Bizans imparatorluğunu yeniden karşı karşıya getirdi. İmparator Manuel Komnenos, aleyhindeki bu gelişmeleri kökünden halletmek için Türkiye Selçuklu Devleti’ni yıkmak kararı ile büyük bir ordunun başında olduğu halde yürüyüşe geçti. Yapılan sulh tekliflerini kesinlikle reddederek Denizli istikametinde ilerledi. Onun asıl hedefi Konya’yı zaptetmekti.

Türkmenler, bir taraftan çete harbine devam ederek Bizans ordusunu hırpalarken, diğer taraftan da onları Denizli’den sonra Eğridir gölünün kuzeyinde Kumdanlı’da dar ve sarp Miryokefalon vadisine sokmağa muvaffak oldular. Zaten sultanın istediği de yıpranmış düşmanını bu vadide karşılamaktı. Bizans kuvvetleri vadiye girdikten sonra yamaçlarda pusu kurmuş olan Türkler Bizans ordusunu ok yağmuruna tuttular. Vadinin giriş ve çıkışı da Türkler tarafından tutulmuştu. Eylül 1176 tarihinde meydana gelen savaşta Manuel ağır bir hezimete uğradı. İmparator Batı Anadolu’daki istihkamları tamamen ortadan kaldırmak ve ağır bir tazminat ödemek şartıyla İstanbul’a dönebildi.

O zamana kadar Hıristiyan dünyasında bir nevi "Türklerin işgali altındaki memleket" olarak telakki edilen Anadolu’nun bu zaferle kesin olarak Türk yurdu olduğu ortaya konmuştur. Diğer taraftan Birinci Haçlı Seferi’nden beri hücumda olan Bizans imparatorluğu bu tarihten itibaren savunmaya çekilmek zorunda kalmıştır. 1071 Malazgirt zaferi Türklere Anadolu’nun kapılarını açmış ve 1176 Miryokefalon zaferi de burasının artık Türklerden geri alınamayacağını ortaya koymuştur.

Bizans gailesini ortadan kaldıran Kılıç Arslan, yıllardan beri kendisini meşgul eden Danişmendliler üzerine yürüdü ve Malatya’yı alarak bu devlete son verdi. Ancak bu sefer de karşısına Eyyubi hükümdarı Selahaddin Eyyubi çıktı. Aradaki küçük beyliklerin tahriki bu iki kuvvetli hükümdarı karşı karşıya getirdi. Sultan Kılıç Arslan’ın mutedil tutumu sayesinde anlaşma sağlandı. Diğer taraftan Türkler, Kilikya Ermeni krallığının elinde bulunan bazı şehir ve kaleleri alarak Silifke’ye kadar hudutlarını genişlettiler. Bizans imparatorunun antlaşma gereğince istihkamları yıktırmaması batıdaki fetihlerin yeniden başlamasına imkan verdi. 1182 yılında geniş bir fetih hareketi ile Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir zaptedilerek hudut Denizli’ye kadar genişletildi. Antalya uzun müddet kuşatıldı ise de alınamadı.

Sultan II. Kılıç Arslan uzun ve şerefli bir mücadele hayatından sonra ihtiyarlamış, yorulmuş ve artık seferlere çıkamaz olmuştu. Bu sebeple ülkesini 11 oğlu arasında taksim etti. Kendisi Konya’da oturuyor ve hükümdar mevkiinde onlara nezaret ediyordu. 11 şehzade sözde babalarına bağlı olup, iç ve dış işlerinde tamamen müstakil hareket ediyordu. Sultan ülkesini oğulları arasında taksim etmekle son günlerini huzur içinde geçireceğini umuyordu, fakat çok geçmeden oğulları arasında taht kavgaları başladı (1185).

Anadolu’da şehzadeler arasında taht kavgaları devam ederken Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmesi (1189) üzerine Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi hazırlıkları yapılıyordu. Alman imparatoru I. Friedrich Barbarossa kumandasındaki üçüncü Haçlı orduları Anadolu’ya girdi.

Kardeşler arasındaki mücadeleler sebebiyle Haçlılara karşı koyamayacağını anlayan sultan onların Anadolu’dan geçmelerine izin verdi. Fakat Akşehir’de sultanın oğlu Melikşah’ın Haçlılar ile savaşması üzerine Friedrich Barbarossa Konya’ya gelerek şehri işgal etti. Haçlılar burada fazla kalmayarak Kudüs’ü kurtarmak üzere Kilikya’ya doğru hareket ettiler.

Sultan Kılıç Arslan son günlerini oğullarının elinde bir oyuncak olarak geçirdi. Nihayet aradığı huzuru Uluborlu meliki oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanında buldu. Onunla beraber Konya’yı Melikşah’ın elinden almak için harekete geçti. Halkın yardımı ile şehri ele geçirdi.

Daha sonra Aksaray’a giderek burasını kuşattığı sırada hastalandı ve Konya’ya dönerken öldü. Sultan II. Kılıç Arslan siyasi kudreti, askeri zaferleri, irade ve enerjisi, geniş görüşü ile Türk tarihinin büyük simalarından birisidir. Otuz yedi yıllık saltanatı esnasında Anadolu’da Türk birliğini kısmen gerçekleştirmiş ve ülkenin imar ve gelişmesine büyük gayret sarfetmiştir.

Sultan II. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra şehzadeler arasındaki taht kavgaları daha da şiddetlendi. İhtiyar babasına iyi davranarak veliaht tayin edilen ve onun sayesinde Konya tahtını ele geçiren Uluborlu meliki Gıyaseddin Keyhüsrev’in sultanlığı diğer kardeşleri tarafından kabul edilmedi.

Gıyaseddin Keyhüsrev, bir yandan kardeşleri ile mücadele ederken diğer yandan da Bizans imparatoru III. Aleksios Komnenos ile savaşıyordu.

Selçuklu tahtı hususunda onun en kudretli rakibi, askeri bakımdan kendisinden güçlü olan Tokat meliki Rukneddin Süleymanşah idi. Süleymanşah, kardeşlerini kendisine tabi duruma getirdikten sonra asıl hedefi olan Konya üzerine yürüdü. Onunla savaşamayacağını bilen Gıyaseddin Keyhüsrev, kardeşinin canına dokunmayacağı hususunda teminat vermesi üzerine Konya’yı terk etti ve Anadolu’dan sonra İstanbul’a gitti (1197).

Süleymanşah, Anadolu’da sarsılmış olan Türk birliğini yeniden kurmak maksadıyla kardeşlerinin elinde bulunan Amasya, Niksar ve Elbistan’ı itaat altına aldı. Bu mücadelelerden faydalanan Bizans imparatoru doğrudan doğruya olmasa bile Karadeniz sahillerinde harekete geçti.

Süleymanşah bu gelişmeleri önleyerek imparator ile antlaşma yaptıktan sonra Torosların kuzeyine akınlara başlamış olan ve bazı kaleleri zapteden Kilikya Ermeni kralı II. Leon’u mağlup ederek onları Toroslar’ın güneyine çekilmeğe mecbur etti. Bizans imparatorunu haraca bağladıktan ve Ermeni krallığını cezalandırdıktan sonra Doğu Anadolu’ya yönelerek Malatya’yı aldı.

Diğer taraftan Erzincan Mengücükoğulları ile Artukoğullarını kendisine bağladı. 1202 yılında Erzurum’u ülkesine katarak Saltuklulara son veren Süleymanşah Gürcüler ile komşu oldu. Aynı yıl içinde Sarıkamış yakınlarında Gürcüler ile yapılan savaşı kaybeden Süleymanşah, kardeşi Mesud’un elinden Ankara’yı aldıktan sonra ikinci Gürcistan seferine çıkarken Konya ile Malatya arasında vefat etti (6 Temmuz 1204).

Yerine geçen oğlu III. Kılıç Arslan’ın çocuk yaşta olması sebebiyle Selçukluların hizmetine girmiş olan Danişmenli beyleri Emir Mubarizeddin Ertokuş ile anlaşarak hala İstanbul’da bulunan Gıyaseddin Keyhüsrev’i Konya tahtına davet ettiler. Bu sırada İstanbul Latinler tarafından işgal edilmiş ve Bizans imparatorluğu parçalanmıştı. Gıyaseddin Keyhüsrev uçtaki Türkmenlerden topladığı birliklerle Konya üzerine yürüdü ve bir aylık bir muhasaradan sonra şehri ele geçirerek ikinci defa olarak Selçuklu tahtına geçti (Şubat 1205).

Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev kısa sürede dahilde sükuneti sağladıktan sonra ve İznik imparatoru Theodoros Laskaris ile anlaşma yaptıktan sonra Karadeniz ticaret yolunu tehdit eden ve bu sahillerde yerleşmeye çalışan Trabzon Komnenoslarına karşı bir sefer yaptı. 1206 yılında yapılan bu seferde Aleksios Komnenos mağlup edilerek bir müddet için kapanmış olan Karadeniz ticaret yolu açıldı. Gıyaseddin Keyhüsrev, ticari ve iktisadi bakımdan memleketin içinde bulunduğu şartları takdir ve buna uygun bir siyaset takip ederek Karadeniz seferini müteakip bizzat ordusunun başında Antalya’yı kuşattı.

Anadolu’nun önemli ithal ve ihraç limanlarından birisi olan Antalya bu sıralarda Aldo Brandini adında bir İtalyan’ın elinde bulunuyordu. Ancak Kıbrıs’tan gelen yardım üzerine sultan şehri zaptedemedi. Bununla beraber şehirde Latinler ile ihtilafa düşen Rum ahali sultanı şehre davet etti. Ve Mart 1207 tarihinde Antalya fethedildi. Selçuklu tahtındaki değişiklikten faydalanmak isteyen Kilikya Ermeni kralı II. Leon’a karşı yapılan sefer zaferle neticelendi ve onun zaptettiği yerler geri alındı (1209). Bunu Eyyubilerin Kuzey Suriye ve Anadolu’daki faaliyetlerini önlemek takip etti.

Gıyaseddin Keyhüsrev’in Karadeniz, Akdeniz kıyılarında ve Ermenilerin karşısında kazandığı zaferler İznik imparatoru Theodos Laskaris ile aralarını açtı. Diğer taraftan Laskaris’in kuvvetlenmesi de Selçuklu sultanını kuşkulandırıyordu. Dış tahrikler ve imparatorun yıllık vergiyi ödememesi Gıyaseddin Keyhüsrev’i İznik imparatoruna karşı sefer yapmasına sebep oldu. Sultan ordusu ile hareket ederken yanına eski imparator Aleksios’u da almıştı; onu tahtına iade etmek istiyordu. İki ordu Alaşehir hududunda karşılaştı. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev iki taraf arasındaki savaşta şehit edildi ve Selçuklu ordusu mağlup oldu (1211).

Gıyaseddin Keyhüsrev’den boşalan Selçuklu tahtına devlet erkanının, onun büyük oğlu İzzeddin Keykavus’u geçirmesi üzerine kardeşi Alaeddin Keykubad isyan etti. Erzurum meliki Tuğrulşah ve Ermeni kralı ile ittifak yapan Keykubad, Kayseri’de Keykavus’u kuşattı; fakat bir müddet sonra Ermeni kralı ile Tuğrulşah’ın muhasarayı terk etmeleri sebebiyle kendisi de tek başına mücadele edemeyeceğini anlayarak Ankara’ya çekildi. Kayseri’deki tehlikeli durumu atlatan Keykavus Konya’ya gelerek resmi merasimle tahta geçti. Bununla beraber Ankara’da bulunan kardeşi kendisi için hala tehlikeli idi. Ertesi yıl Ankara’yı uzun bir muhasaradan sonra Alaeddin Keykubad teslim oldu ve Malatya civarında Minşar kalesinde hapsedildi.

İznik imparatoru Thedoros Laskaris bir elçi heyeti göndererek onun cülusunu tebrik ediyor, Alaşehir savaşı ve babasının şehadeti dolayısıyla iki devlet arasında bozulan münasebetlerin düzeltilmesini istiyordu. İzzeddin Keykavus, Laskaris’in bu teklifini kabul ederek onunla anlaşma yaptı.

Selçuklu sultanı bundan sonra gelişen ticari faaliyetlere paralel olarak babası tarafından takip edilmekte olan siyaseti devam ettirdi. Bu cümleden olarak Kıbrıs kralı Hugues ile ticaret anlaşmasını yenileyerek ada ile Türkiye arasındaki ticari münasebetlerin gelişmesini sağladı. Akdeniz ticaretini kısmen emniyete aldıktan sonra kuzey ticaretini de emniyete almak gayesiyle Trabzon ve İznik imparatorlukları arasında mücadele sahası olan Sinop üzerine yürüyerek Aralık 1214 tarihinde şehri fethetti ve buraya başta tüccar sınıfı olmak üzere Türk nüfus yerleştirdi.

Sultan İzzeddin Keykavus’un Sinop’un fethiyle meşgul bulunduğu sıralarda Antalya Hıristiyanları, Kıbrıs’tan da aldıkları destekle isyan ederek şehri ele geçirmişlerdi. Sultan süratle Antalya’ya gelerek bir aylık bir kuşatmadan sonra şehri tekrar itaat altına aldı (23 Ocak 1216). Antalya’dan Konya’ya dönen sultan, kardeşi ile iktidar mücadelesinde kendisine cephe almış olan ve bu mücadeleden faydalanarak Karaman, Ereğli ve Ulukışla’yı işgal etmiş bulunan Kilikya Ermeni kralı II. Leon’a karşı sefere çıktı. Bu üç şehri geri aldıktan sonra yürüyüşüne devam ederek Ermeni devletinin hudut kasabası olan Keban’da Ermeni ordusuyla karşılaştı ve onları ağır bir mağlubiyete uğrattı (1216).

Sultan, son askeri harekatını Eyyubilere karşı yapmış fakat Halep yakınlarında öncü kuvvetlerinin mağlubiyeti üzerine Elbistan’a çekilmişti (1218). İzzeddin Keykavus Eyyubiler karşısında uğradığı bu mağlubiyetin intikamını almak gayesiyle 1220 yılında Konya’dan Malatya’ya geldi. Burada hastalandı ve daha 30-35 yaşlarında iken Viranşehir’de vefat etti.

Türkiye Selçuklu sultanlarının büyüklerinden birisi olan İzzeddin Keykavus, sarsılmaz bir iradeye, tükenmez bir kudrete ve sağlam bir siyasi görüşe sahipti. Komşu devletler arasındaki anlaşmazlıklardan faydalanarak memleketinin hudutlarını genişletmiş ve devletinin nüfuzunu artırmış idi. Siyasi ve askeri başarılarının yanında ülkesinin iktisadi bakımdan da kalkınmasına büyük gayret sarfetmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Nitekim buna bağlı olarak memleketin her tarafında imar faaliyetleri sürdürülüyordu. Alim ve sanatkarları himaye ve teşvik ederek ülkesinin fikri bakımdan da kalkınmasına büyük hizmetleri geçmiştir.

İzzeddin Keykavus’tan sonra Selçuklu tahtına daha önce giriştiği iktidar mücadelesinde başarısızlığa uğrayan ve hatta bir müddet hapiste kalmış olan Alaeddin Keykubad geçti. Kendisine Abbasi halifesi tarafından "saltanat menşuru" gönderilen Keykubad, Mısır Eyyubilerine karşı el-Melik ül-Eşref ile bir anlaşma yaptı.

Bunu müteakip Kalonoros (bugünkü Alanya) kalesini karadan ve denizden muhasara ederek zaptetti (1223). Bir kaç yıl içinde şehir ve kalenin yeniden ve muhteşem bir şekilde inşasının tamamlanmasından (1226) sonra sultanın ismine nispetle burası Alaiye adını aldı. İlk Selçuklu tersanesi Alaeddin Keykubad tarafından burada kuruldu. Alaiye, Keykubad ve haleflerinin kışlık merkezi haline getirildi.

Sultan Alaeddin Keykubad, kendisini muhalif bir tavır takınmış olan ümeradan bazılarını bertaraf ettikten sonra Sinop’ta inşa edilen bir donanmayı Kastamonu beyi Emir Çoban kumandasında Kırım’daki mühim ticaret limanı Suğdak üzerine gönderdi. Selçuklu Devleti’nin kuvvetlerinin önemini göstermek bakımından dikkate şayan olan bu deniz aşırı sefer neticesinde Türk ordusu yalnız Suğdak’ı fethetmekle kalmadı, içerilere kadar nüfuz ederek bir takım Kıpçak beyleri ve Rus knezlerini de itaat altına aldı. Burada bir cami yapılıp, kadı, hatip ve müezzinler tayin edildikten ve bir miktar kuvvet bırakıldıktan sonra geri dönüldü (1225 veya 1227).

Suğdak seferinden muhtemelen bir yıl sonra Kilikya Ermeni krallığı üzerine kuvvetler sevketti. Selçuklu kuvvetleri batı ve kuzeyden ilerleyerek Silifke’ye kadar sahili fethettiler. Kral Hetum, sultana asker vermek, ödediği haracı iki katına çıkarmak ve paralarını Selçuklu sultanı adına bastırmak şartlarıyla Alaeddin Keykubad ile anlaşma yapmağa mecbur oldu. Ermenilerden zaptedilen yerlere Türkmenler iskan edildi.

Sultan Alaeddin Keykubad, Anadolu işleriyle meşgul bulunduğu sıralarda Asya içlerinden batıya doğru ilerlemekte olan Moğol tehlikesi Anadolu sultanını da mukabil tedbirler almağa sevketmiştir.

Doğu Anadolu’nun bir kısmına ellerinde bulunduran Artuklu ve Eyyubi melikleri sık sık cephe değiştiriyorlardı. Alaeddin Keykubad bunlara bir son vermek ve Moğol istilasını durdurmak için gerekli tedbirleri almak gayesiyle Doğu Anadolu seferine çıktı.

Kahta, Hısn-ı Mansur ve Çemişgezek’i (1226), daha sonra da Erzincan, Kemah ve Şebinkarahisar’ı zaptederek Mengücükoğulları hanedanına son verdi (1228). Sultanın meşguliyetinden istifade cihetine giden Trabzon imparatoru Andronikos, Samsun ve Sinop’u almak için harekete geçti. Bunu haber alan Keykubad derhal Bayburt- Maçka üzerinden Trabzon’a giderek şehri muhasara etti, fakat havaların çok fena gitmesi sebebiyle şehri zaptedemedi.

Moğol istilâsı karşısında büyük kahramanlıklar gösteren, fakat yine de onları durduramayan Harezmşahlar hükümdarı Celaleddîn Mengübirti batıya doğru çekilerek Gürcistan, Batı İran, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Meraga merkez olmak üzere bir devlet kurmuş ve Moğol istila selini durdurmağa çalışmıştır. Bu şekilde Anadolu Selçuklu Devleti ile komşu olan Celaleddin ile Alaeddin Keykubad arasında dostane münasebetler kurulmuştu. Fakat Celaleddin Mengübirti, Türk-İslam kültürünün önemli merkezlerinden birisi olan Ahlat’ı zapt ve tahrip edince bu iyi münasebetler bozuldu.

Bu arada onun Erzurum meliki Cihanşah ile ittifak yapması durumu daha da gerginleştirdi. Bu iki Türk hükümdarının aralarını düzeltmek için Abbasi halifesinin aracılığı ve Eyyubilerin teşebbüsleri de bir netice vermeyince Alaeddin Keykubad büyük bir ordu ile Celaleddin Mengübirti üzerine yürüdü. İki ordu Erzincan yakınlarında Yassıçimen mevkiinde karşılaştı. 10 Ağustos 1230 tarihinde cereyan eden kanlı savaşta Celaleddin Mengübirti mağlup oldu. Sultan bundan sonra Erzurum’u ele geçirdi.

1231 yılında Celaleddin’in ölümünden sonra Moğollar ile Anadolu Selçuklu devleti komşu oldu. Moğolların yağma akınları Malatya’ya kadar uzanıyordu. Moğol tehlikesini daha önce farkına varan Alaeddin Keykubad, ülkesini bu tehlikeden uzak tutmak için Ögeday’ın oldukça ağır şartlarını kabul etmiş göründü. Bununla beraber gerekli tedbirleri almaktan da geri durmuyordu. sınır boyundaki kaleleri tahkim ederek, Celaleddin’in ölümünden sonra Selçuklu hizmetine girmiş olan Harezmli askeri birlikleri bu sınır kalelerine yerleştirildi.

Sultan Alaeddin Keykubad son yıllarını Eyyubiler ile mücadele ederek geçirmiştir. 1234 yılında yapılan ilk çarpışmada Eyyubiler mağlup oldular.

Ertesi yıl Eyyubileri Doğu Anadolu’dan tamamen uzaklaştırmak için ordusunu Kayseri’de toplayarak hareket etti. Bir kısım kuvvetler Diyarbakır’ın muhasarasına gönderilirken bizzat sultanın kumanda ettiği kısım Rakka, Urfa, Harran ve Siverek’i şiddetli muhasaralardan sonra zaptetti. Ancak Selçuklu kuvvetlerinin çekilmesinden sonra el-Melik el-Kamil Urfa ve Harran’ı zaptedip halka çeşitli zulümlerde bulundu. Artık kesin olarak meseleyi halletmek gerekiyordu. Alaeddin Keykubad, el-Melik el-Kamil’e kati darbeyi indirmek maksadıyla ordusunu Kayseri’de topladı. Fakat ordusunu harekete geçirmeden önce bir ziyafette zehirlenerek öldü (30 Mayıs 1237) ve cesedi Konya’ya nakledilerek kendisine nispet edilen türbeye defnedildi.

Sultan Alaeddin Keykubad, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ve devrinin en büyük hükümdarlarından birisidir. Onunla devlet siyasi, iktisadi ve kültürel bakımdan en yüksek seviyesine ulaşmıştı. Ülkenin hemen her tarafından büyük imar faaliyetlerine girişmiştir. İlim ve sanattan zevk alır, meclislerinde tarih ve siyasete dair münakaşalar yaptırır, alim ve sanatkarları himaye ederdi. Hükümdarlık zamanı Türkiye tarihinin en müreffeh devirlerinin başında gelmektedir.

Onun inşa ettirdiği cami, medrese, kervansaray, köprü ve hastanelerin çoğu hala ihtişamlarını korumaktadırlar. Moğol tehlikesinin ortaya çıktığı bir zamanda ve genç yaşında vefat etmesi Anadolu Türk tarihi bakımından büyük bir talihsizliktir.

Sultan Alaeddin Keykubad’dan sonra kumandanların ve beylerin rekabetleri arasında oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta geçti. Bu zayıf şahsiyetli hükümdar kumandan Sadeddin Köpek’in tahakküm ve nüfuzu altına girdi.

Sultanın tahta geçişindeki rolü, kurnazlığı ve garip tabiatlı hükümdarı istediği istikamete yöneltmesi sâyesinde Sadeddin Köpek kendisine rakip saydığı büyük devlet adamlarını bertaraf ederek Selçuklu Devleti’ni başsız bir hale getirdi. Sadeddin Köpek, devlet erkanından kendisine karşı çıkabilecekleri bertaraf ettikten sonra Selçuklu tahtına geçmek emelinde idi. Ancak bu hile ve entrikaları ortaya çıkınca derhal idam edildi (1239).

Sadeddin Köpek’in ortadan kaldırılmasında baş rolü oynayan Celaleddin Karatay gibi devlet adamlarının iş başına geçmesiyle durum biraz düzelir gibi olduysa da siyasi ve idari zaafları tamamıyla ortadan kaldırmak mümkün olmadı. 1240 yılında bir Türkmen şeyhi olan Babaî İlyas’ın isyanı güçlükle bastırılmakla beraber Anadolu Selçuklu Devleti’nin artık çökmekte olduğunu da ortaya koydu.

Babaî isyanının bastırılmasından sonra Moğol istilası başladı. 1242’de Erzurum’u işgal ve tahrip eden Moğollar 1243 yılında Baycu Noyan kumandasında 30 bin kişilik bir kuvvet ile Anadolu’yu istilaya giriştiler.

Selçuklu Devleti, tabi devletlerin gönderdiği yardımcı kuvvetleri de beraberine alarak Moğol ordusundan daha kalabalık bir ordu ile bizzat Sultan II. Keyhüsrev’in idaresinde Moğollara karşı harekete geçti.

Sivas’ın 80 km. doğusunda Kösedağ mevkiinde iki ordu karşılaştı. Moğollar Selçuklu öncü kuvvetlerini bir manevra ile perişan edince artık eski değerli kumandanlardan mahrum olan ordu, başta sultan olmak üzere savaş meydanını terketti. Sultan Antalya’ya kadar kaçtı. Moğollar, Sivas’a, oradan Kayseri’ye geldiler; şehir hücumla teslim alındı, yağma ve tahrip edildi.

Kösedağ bozgunu Anadolu Selçukluları tarihinde çöküntünün ve felaketlerin başlangıcıdır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümünden sonra muhteris devlet adamları onun üç oğlu adına birbirleri ile mücadelelere giriştiler. Böylece Moğolların bütün Anadolu’yu rahatlıkla işgallerine ve ağır vergi taleplerine imkan verdiler. Muineddin Süleyman Pervane vaziyete hakim olarak IV. Kılıç Arslan (1257-1266) ve III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1265-1282) adlarına devlet işlerini eline alarak 1261 yılından itibaren kısmen bir sükun ve istikrar devri sağladı. Fakat Anadolu Türkleri Moğol tahakkümünü ağır bularak kurtulma çareleri aramışlardır.

Nitekim 1261 yılında Moğollara karşı Ayn Calut’ta zafer kazanan Mısır Türk sultanı Baybars Anadolu’ya davet edildi. 1276 yılında Kayseri’ye gelen Baybars, Moğollara karşı bir ümit ışığı oldu, fakat destek bulamayınca Anadolu’da çok kalmadan Mısır’a döndü. Bu nedenle Anadolu’da eski durum devam etti. Baybars’ın dönmesinden sonra Anadolu’ya giren Abaka Hân çok insan öldürdü ve Muineddin Süleyman Pervane’yi idam etti (1277).

Bu tarihten 1308 yılına kadar Selçuklu hanedanı ismen mevcut olmakla memleket idaresi fiilen Moğol umumi valilerine ve kumandanlarına geçmişti. Selçuklu devlet idaresi ve ordusu çökmüştü. Ancak iktisadi ve kültürel hayatta Muineddin Süleyman Pervane’nin ölümüne kadar gelişme devam etti. Böylece Anadolu’da sarsılan Türk birliği Osmanlılar zamanında yeniden kurulacaktı.

Kaynak: http://www.ozturkler.com