TB / FUZULİ

 

FUZULİ ( 1494-1555 )

Yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının en lirik şairlerindendir.

Divan kalıpları içinde yazıyordu. Fakat bu kalıplara koymayı başardığı lirizmi ne kendisinden önce gelen şairler ne de kendisiden sonra gelenler, bu ölçüde başaramamışlardır:

"Ah eylediğim serv-i hıramanın içindir

Kan ağladığım gonca-i handanın içindir.

Yaktım tenimi vasl günü şem tek amma

Bil ki bu tedarik şeb-i hicranın içindir."

"Senin, servi boyun için, ah ediyorum —gonca dudakların için, kan ağlıyorum— Kavuşma günün için, vücudumu mum gibi yaktım — Ama bil ki bu hazırlık hep ayrılık gecen içindir!”

Asıl adı Mehmet’tir. "Fuzuli" -Divan şiirinde gelenek olduğu için— takma adıdır. Kerbelâ’da dünyaya geldi. Doğum tarihi üzerinde değişik söylentiler var. Genellikle 1494 olarak kabul edilmiştir. "Bayat" adlı bir Türk kabilesinden gelmektedir. Bazı kaynaklar, dilinin Azerî’yi çaldırması sebebiyle "Azeri" olduğunu yazarlarsa da "Hadikatüs Süada" adlı eserinin bir kıtasında, kendisi Türk olduğunu belirlemiştir.

EN BÜYÜK LİRİK VE USTA ŞAİRİ OLARAK BİLİNİR

Hille Kadısı Süleyman Efendi’nin oğlu olduğu bilinen Fuzulî, yalnız şiirde değil, nesirde de erişilmez bir usta idi. "Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar" diye başladığı Şikâyetnamesi’ndeki dil, bugün için bile aydınlık, sağlam, geçerli bir dildir.

Türk Divan edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük lirik ve usta şairi bilinir.

Şiirleri ve nesirleriyle böylesine bir ün yapmış şairin hayatı hakkında pek az şey biliyoruz. Söylediğine göre, 14—15 yaşlarında iken, Arapça dersleri aldığı Rahmetullah Efendi’nin kızına âşık olup şiir yazmaya başlamıştı… Koskoca divanını, bu yaşlarında yazdığı şiirlerle doldurmuş ve sonunda bu kızla evlenebilmiştir. Fazlı adında bir oğlu oldu. Fazlı da babası gibi şiir yazmış, fakat babasının sanat eteklerine bile erişememiştir.

Kanunî Süleyman, ordusu ile Bağdat’a girdiği zaman, Fuzulî de Bağdat’ta idi. Bu büyük ve muzaffer padişaha hayranlığını anlatan bir kaside yazdı. Bir gün Padişah, yanında devlet adamları ve sanatkârlarıyla birlikte şehri dolaşmakta iken, beyaz sarıklı, uzun sakallı bir derviş, kapıkulu askerlerini yararak Padişah’a sokulmuş ve bir kâğıt uzatmıştı. Bu üstü başı dökülen derviş, yüzyılları aşarak günümüze ve günümüzden gelecek çağlara kadar yaşayan ve yaşayacak olan büyük Şair Fuzulî idi; uzattığı kâğıtta, "Bağdat Kasidesi" yazılıydı.

BÜTÜN MURADI İSTANBUL’A GELMEKTİ

Bağdat Kasidesi, Fuzulî’nin en ünlü kasidelerinden değildir. Fakat öylesine bir sanat eseri idi ki, Padişah’ı hayran bıraktı. Kanunî ile birlikte seferde bulunan 16. yüzyıl Türk şairlerinden Hayali ile, Taşlıcalı Yahya Bey kasideyi gördükten sonra, Hayalî dayanamamış ve Padişah’a: "Hünkârım —demişti— meğer bu fakir dervişin gönlü mücevherlerle dolu imiş…"

Kanunî, Fuzulî’ye evkaftan bir aylık bağlattı ve gözetilmesini buyurdu. Fakat Fuzuluî’nin "Şikâyetname"sinden öğreniyoruz ki, Padişah Bağdat’tan ayrıldıktan sonra ne bu aylık kendisine verilmiş, ne de gözetilmiştir. Çağlar aşan büyük Şair, yoksulluk içinde hayatını yaşadı ve Bağdat’ta öldü (1555) .

Fuzulî’nin bütün muradı, İstanbul’a gelmekti. Birçok şiirlerinde bu duygusunu açıklamış, İstanbul’a gelmenin ve Padişah’a hizmet etmenin çarelerini araştırmıştı:

"Fuzulî ister isen izdiyad-ı rûtbe-i fazl

Diyar-ı rumu gözet, terk-i hak-i Bagdâd et."

"Fuzulî, eğer muradın yükselmekse, bırak Bağdat’ı, İstanbul’u tutmaya bak!.." diye yazdı ama, bir türlü muradına erişemedi.

Türkçe, Farsça, Arapça biliyordu. Bu üç dilde de şiirler yazmıştır. Fakat kim, ana dilinden başka yerde büyük bir şair olabilir?.. Türkçe şiirlerinde Fuzulî, "büyük şair," Arapça, Farsça şiirlerinde "iyi şairdir." Nesirde de samimiyetin bu mertebesine yalnız Türkçe yazdığı zaman ulaşabiliyordu.

Doğu edebiyat gelenekleri içinde birçok şair tarafından kaleme alınmış olan "Leyla ile Mecnun" hikâyesi, Fuzulî tarafından da yazılmış ve fakat onun yazdığı bu mesnevî, bütün öteki yazılanları gölgede bırakmış, hatta silip atmıştır.

Lirizmi, Fuzulî kadar geniş ve kuvvetli kanatlarla uçuran başka bir şair göstermek kolay değildir. Şiirlerinde eda ve anlatım gücü, hemen hiçbir şairde bu eşsizliğe varamaz. O kelimelerle boğuşmaz, onlarla oynar. Sanki bütün diller, onun elinde bir balmumudur. İstediği biçime sokar, istediği şekli verir. Nerede romantik, nerede gerçekçi, nerede rind, nerede lirik olacağını —şaşırmadan— bilir. Bektaşi şiirlerine rahmet okutacak şu kıt’aya bakınız:

"Ramazan ayı gerek açıla cennet kapusu

Ne reva kim ola meyhane kapusu bağlu

Feth-i meyhane için okuyalım fatihalar

Olakim yüzümüze açıla bir bağlı kapu…"

Sonra, sevgiliye, hem kafa tutan, hem yalvaran, hem şikâyet eden şu beytini görelim:

"Dil-i sad-pareden bidadı kesmez gamze-i mestin

Ne gafil padişehtir mülk viran olduğun bilmez."

"Mest bakışı ile şu paramparça olmuş gönlümüzden zulmünü eksik etmez… Ne fail padişah ki, kendi ülkesini harap ettiğinden haberi yok!"

Fuzulî’nin bütün hayatı, onun şu iki satırında anlatılmıştır:

"Ferhad’a zevk-i suret, Mecnuna seyr-i sahra…

Bir rahat içre herkes, ancak benim belâda…"

"Ferhad, eline Şirin’in resmini almış, keyfinde; Mecnun gezinip avunuyor. Herkes rahatın yolunu bulmuş, belâda olan bir benim!"

Fuzulî, hayatı boyunca bir rahat nefes alamadı belki, ama yüzyıllardır insanlara rahat nefes aldırıyor.