İ T/ HZ.MUSA (A.S)

 

    HZ.MUSA (A.S)

Allah Teala’nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat’ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu’l-Azm peygamberlerden biri.

Hz. İbrahim’in soyundan olup, İsrailoğullarının akidelerini ıslah etmek ve onları Allah Teala’nın dilediği nizama kavuşturmakla görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kuran-ı Kerim’de uzun uzun anlatılmaktadır.

Hz. Adem’den, Resulullah (s.a.v)’a kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allah Teala’ya iman etmeye çağırmışlar; bu yolda kafirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar; ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.

Hz. Musa da, Allah Teala tarafından İsrailoğullarına gönderilmiş bir resul idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini Allah’a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilahlık iddiasında bulunan Firavun’a karşı tevhid yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan çıkarıldı, kafirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allah Teala Kuran-ı Kerim’de bir ayette Hz. Musa’dan şöyle bahsediyor: "Kur’an’da Musa’yı da an. Çünkü o ihlas sahibi idi ve İsrailoğullarına gönderilmiş bir peygamber idi"(Meryem, 19/51).

Hz. Musa’nın Firavun ile olan kıssası, Kuran’ın bazı surelerinde çeşitli üsluplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun Kızıldeniz’de boğulmaları olayından sonra, İsrailoğulları ile ilgili kıssasına da genişçe yer verilmiştir.

Hz. Musa’nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir. Bilakis bu hak ile batılın çatışması, Rahman’ın ordusu ile şeytanın ordusunun kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile batıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve resullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam edegelmektedir.

Sapıklık ve batıl, daima iblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş, imana, tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan daima Hak olmuştur. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahit olacağı günde muzaffer kılacağız" (Mümin, 40/51).

Hz. Musa da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu. Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allah Teala’nın izniyle kazandı.

Hz. Musa’nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı

Hz. Musa’nın babası, İmran’dır Onun babası Yahser, onun da babası Kahes’dir. Nesebi Hz. Yakub’a ulaşır; ki, onun babası Hz. İshak, onun da babası Hz. İbrahim’dir. Hz. Musa’nın yanında gördüğümüz Hz.Harun onun kardeşidir. Allah Teala, Hz. Musa’yı Firavun’a, imana davet için gönderdiğinde, Hz. Harun’u da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa Allah Teala’ya şöyle dua ederek, kardeşi Hz.Harun’u kendisine yardımcı yapmasını istemişti: "Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim Harun’u (ver)" (Taha, 20/29-30).

Hz. Musa, Mısır’ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada, ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, İsrailoğulları halkına dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu. İsrailoğulları, Kipt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından bıkmışlardı. Mısır’da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her işinde istifade eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kuran-ı Kerim’de: "Biz sana Musa ve Firavun’un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır’da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine bağlamıştı" (Kasas, 28/3-4) buyuruluyor.

Firavun, saltanatı sırasında İsrailoğullarına çok kötü eziyetlerde bulundu; onları köle yaptı, en çirkin ve adî işlerde çalıştırdı. Allah Teala, İsrailoğullarını bu sıkıntıdan, azgın Firavun’un şerrinden, zulüm ve taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa’yı gönderdi.

Sa’lebî, Kısas-ı Enbiya’sında imam Suddî’den; Firavun’un bir rüya gördüğünü, korkup kederlendiğini naklediyor. Rüyasında Kudüs tarafından gelen bir ateş gördü. Bu ateş, Mısır’a kadar uzanıp, Firavun’un evlerini yaktı. Fakat sadece Kiptilere zarar verdi, İsrailoğulları ise kurtuldular. Uyanınca hemen kâhin ve müneccimlerden rüyayı tabir etmelerini istedi. Onlar dediler ki: "İsrailoğulları içinden bir çocuk dünyaya gelecek, Mısırlıların helakına ve senin krallığının yok olmasına sebep olacak. Doğacağı zaman da iyice yaklaştı."

Bu haber üzerine telaşlanan Firavun, İsrailoğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Kuran-ı Kerim’de bu olay şöyle anlatılıyor: "Firavun, memleketin başına geçti ve halkı fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi" (Kasas 28/4).

İsrailoğulları arasında iş yapabilecek insanların azalması üzerine Kiptilerin ileri gelenleri Firavun’a giderek, "Eğer böyle öldürmeye devam ederseniz, ileride bizim işlerimizi yapacak kimse bulamayacağız" dediler. Firavun da erkek çocukların bir sene öldürülmesini, bir sene de öldürülmemesini emretti. Erkek çocukların öldürülmediği sene Hz.Harun doğdu. Öldürüldükleri sene ise Musa (a.s)…

Musa doğunca, annesi çok üzüldü. Allah Teala ona korkmamasını, üzülmemesini vahyetti. Kalbine bir rahatlık verdi. Bu, Kuran’da şöyle anlatılıyor: "Musa’nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun zaman onu suya (Nil’e) bırak. Korkma, üzülme. Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" diye bildirmiştik" (Kasas, 28/7).

Hz. Musa’nın annesi de ilham edileni yaptı ve yavrusunu bir muhafaza içerisinde suya bıraktı. Ablasına da, "Onu izle" dedi. Hz. Musa’yı taşıyan sandık, Allah’ın izniyle dalgalarla sürüklenerek, Firavun’un sarayına ulaştı. Yıkanmakta olan cariyeler, sandığı bulup Firavun’un karısına götürdüler. Allah Teala, Firavun’un karısı Asiye’nin kalbine bu çocuğun sevgisini koydu. Firavun çocuğu görünce öldürmek istedi. Ancak Asiye, çocuğu kendisine vermesini istedi. Çünkü hiç çocukları olmuyordu. Kuran-ı Kerim, bunu şöyle anlatıyor: "Firavun’un karısı: Benim de senin de gözün aydın olsun! Onu öldürmeyiniz, belki bize faydalı olur, yahut onu oğul ediniriz" dedi. Aslında isin farkında değillerdi" (Kasas, 28/9).

Hz. Musa acıkınca onu emzirmek icap etti. Fakat o kimseden süt emmek istemiyordu. Allah Teala, bunu şöyle zikrediyor: "Önceden, süt annelerinin memesini kabul etmemesini sağladık. Musa’nın ablası; "size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir ev halkını tavsiye edeyim mi?" dedi. Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler" (Kasas, 28/12-13).

Hz.Musa böylece annesine dönmüş oldu. Üstelik Firavun’un sarayında büyüdü. Firavun ailesinin sevgisini kazandı. Allah Teala şöyle buyuruyor: "Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükafatlandırırız" (Kasas, 28/14).

Yetişip delikanlılık çağına gelen Hz.Musa bir gün şehre indi. Öğle üzeriydi. Dükkanlar kapalıydı ve halk evlerinde istirahat ediyordu. Kuran-ı Kerim’de, şehirde geçen hadise şöyle anlatılıyor: "Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre indi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı dövüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır" dedi. Musa, "Rabbim! doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla" dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir. Musa; "Rabbim! Bana verdiğin nimete and olsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım " dedi. Şehirde, korku içinde, etrafı gözeterek sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kimse, bağırarak ondan yine yardım istiyordu. Musa ona: "Doğrusu sen besbelli bir azgınsın " dedi. Musa, ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince: "Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Sen ıslah edenlerden değil, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun"dedi" (Kasas, 28/15-19).

İsraillinin, olayı ağzından kaçırması üzerine, bütün halk Hz.Musa’nın Mısırlıyı öldürmüş olduğunu öğrendi. Daha sonra bir adam koşarak geldi ve kendisini öldüreceklerini söyledi.

"Musa korku içinde çevresini gözetleyerek oradan çıktı. Rabbim! Beni zalim milletten kurtar" dedi. Medyen’e doğru yöneldiğinde: "Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım ", dedi" (Kasas; 28/21-22).

Hz. Musa böylece yurdundan uzaklaştı. Yanına yiyecek hiç bir şey de almamıştı. Tam sekiz günlük yolu, ağaç yaprakları yiyerek aştı. Mısır ile Medyen arası sekiz günlük bir mesafedir. Allah Teala’nın bu seçkin kulu, aç ve bitap düşmüş olarak bu uzun mesafeyi katetti ve nihayet Medyen’e ulaştı. Kuran-ı Kerim’de kıssa şöyle devam ediyor:

"Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir?"dedi. "Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaşlıdır (onun için bu işi biz yapıyoruz) " dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi" (Kasas, 28/23-24).

İbn-i Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye’de bu olayı şöyle anlatıyor: "Medyen suyunda çobanlar koyunları suladıktan sonra, kuyunun ağzına büyük bir kaya koyarlardı. Bu iki kadın da artan sularla koyunlarını sulamaya çalışırlardı. Hz.Musa, kayayı kuyunun ağzından tek başına kaldırdı, su çekti ve kadınların koyunlarını suladı. Sonra tekrar kayayı yerine koydu. Bu kayayı ancak on kişi kaldırabilirdi. Hz.Musa ise, on kişinin halledebileceği bu işleri tek başına halletmişti. Kızlar babalarına gidip Hz. Musa’yı ve yaptığı iyiliği anlattılar. Kuran-ı Kerim’de kıssa söyle devam ediyor:

"O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: "Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. O: "Korkma! Artık zalim milletten kurtuldun"dedi. İki kadından biri: "Babacığım, onu ücretli olarak tut. Ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan, o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın" dedi. Musa: "Bu seninle benim aramdadır. Bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, bir kötülüğe uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir" dedi" (Kasas, 28/25-28).

İbn-i Kesir şöyle diyor: "Kızların babasının kim olduğu hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunun Hz. Şuayb olduğu hususunda kanaatler vardır. Ulemanın çoğunluğu da bu görüştedir. Hasan Basri, Malik b. Enes’den naklolunan bir rivayeti delil getirerek diyor ki: Hz. Şuayb kavmi helak olduktan sonra uzun bir ömür yaşamış, ta ki Hz. Musa’ya ulaşmış ve kızını ona nikahlamıştır.

Hz. Şuayb’ın kızıyla nikahlandıktan sonra Hz. Musa, Medyen’de kalıp, hanımının mehri olmak üzere on yıl koyun güttü. Bir rivayete göre, Peygamberimize tam olarak ne kadar çalıştığı sorulmuş; o da on sene olduğunu buyurmuştur. Buradan anlaşıldığı üzere, tam on yıl çobanlık yapmıştır.

Hz. Musa’ya Peygamberliğinin Bildirilmesi

Hz.Musa Medyen’de on sene kalıp mehrini tamamladıktan sonra, Mısır’a dönmeye karar verdi. Ailesiyle birlikte yola koyuldu. Karanlık ve soğuk bir gecede yolu şaşırdı ve dağ geçidinin yolunu bir türlü bulamadı. Çakmak taşıyla bir şeyler tutuşturmaya çalıştı, başaramadı. Soğuk iyice şiddetlendi. Karısı da hamileydi ve doğum zamanı da yaklaşmıştı. Hz. Musa ve ailesinin gerçekten yardıma ihtiyacı vardı. Kuran-ı Kerim’de, bu olay şöyle anlatılıyor: "Musa, süreyi doldurunca ailesiyle birlikte yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine: "Durunuz, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber veya tutuşmuş, bir odun getiririm de ısınabilirsiniz" dedi. Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: "Ey Musa! Şüphesiz ben alemlerin Rabbi olan Allah’ım " diye seslenildi. "Değneğini at!." Musa, değneğin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. "Ey Musa! Dön, gel. Korkma. şüphesiz güvende olanlardansın" denildi. "Elini koynuna koy, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek! Bu ikisi Firavun ve erkanına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlamalarından korkarım" dedi, Allah: "Seni kardeşinle destekleyeceğiz, ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. Ayetlerimizle ikiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir" dedi" (Kasas, 28/29-35).

Taha suresinin ilk ayetlerinde, Allah Teala ile Hz.Musa arasında geçen konuşma, daha ayrıntılı bir şekilde verilir. Şu ayetler Allah Teala’nın Hz.Musa’yı resul olarak görevlendirdiği zamanın anlaşılmasında yardımcı oluyor: "Ben seni seçtim, artık vahyolunanı dinle. Şüphesiz ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et, Beni anmak için namaz kıl!" (Taha, 20/13-14).

Ve daha sonra Allah Teala, Hz.Musa’ya şöyle buyuruyor: "Firavun’a gidin; doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar" (Taha, 20/43-44).

Allah Teala’nın, Hz.Musa’ya bunu emretmesinden sonra, Hz.Musa ile Firavun arasında amansız bir mücadele de başlamış oluyordu. Hak ile batılın amansız savaşı. Bütün peygamberlerin birbirlerine miras bıraktıkları tevhid mücadelesi…

Hz. Musa, Allah Teala’nın bu emriyle Firavun’a gitti. Onu güzellikle Allah’a iman etmeye davet etti: "Musa: Ey Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim! Bana Allah’a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrailoğullarını benimle beraber salıver" (Araf, 7/104-105).

"Firavun: "Musa! Rabbiniz kimdir?" dedi. Musa: "Rabbimiz, her şeye ayrı bir özellik veren, sonra doğru yola eriştirendir" dedi" (Taha 20/49-50).

Firavun, bu davete icabet etmedi ve direndi. Hz.Musa’yı zindana atmakla tehdit etti. Hz.Musa da Firavun’a, belki iman eder diyerek, ispat edici bir delil getirmek istedi. Asasını yere attı, kocaman bir yılan oldu. Elini koynuna sokup çıkardı, gözleri kamaştıran bir güneş parçası oluverdi. Hz.Musa’nın gösterdiği bu mucizeler karşısında Firavun gerçekten korkmuştu. Bunun üzerine o da sihirbazlarını toplayıp, Musa’yı mağlup etmeyi kararlaştırdı. Ülkesindeki bütün ünlü sihirbazları çağırttı ve onlardan Hz.Musa’nın yaptıklarından daha büyük bir sihir yapmalarını istedi. Onlarda hazırlandılar ve bir gün kararlaştırdılar. O gün gelince de halkın gözleri önünde Hz.Musa ile yarışmaya başladılar.

"Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler. Musa: "Siz koyun"dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar. Biz de Musa’ya: "Asanı koyuver" dedik o da koyuverdi. Hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. İste orada yenildiler, küçük düştüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun’un Rabbine inandık" dediler" (Arâf, 7/115-122).

Sihirbazların iman etmeleri, Firavun’u çok kızdırdı. Onları öldürmekle tehdit etti. iste küfür, acizliğini bu olayla bir kere daha ortaya koymuş oldu.

Gelişen bu olaylar, Firavun’u yola getireceği yerde, onu daha çok azdırdı. Ve Hz. Musa ile kavmini ortadan kaldırmadıkça rahata kavuşamayacağına inanıp, bu arzusunu yerine getirmeye çalıştı. Hz.Musa, Firavun ve kavmini, imana çağırmaya devam etti. Firavun inkâr ettikçe, Allah Teala onun kavmine tufan, çekirge, haşarat, kurbağa, kan gibi çeşitli azaplar gönderdi. Ancak bunların hiç biri, Firavun ve kavmini yola getirmedi.

Firavun, küfür ve inadında, ısrar ve Hz.Musa’nın davetine de icabet etmemeye devam etti. Allah Teala, Hz.Musa’ya İsrailoğullarını bir gece Mısır’dan çıkarıp Filistin diyarına götürmesini vahyetti. Bir gece Musa ve kavmi şehirden çıkıp, Süveyş halici boyunca Kızıldeniz’e yöneldiler. Firavun şehirde İsrailoğullarından hiç bir iz göremeyince, kaçtıklarını anladı ve bütün ordusunu seferber ederek, peşlerine düştü. Firavun ordusunun çok kalabalık olduğu rivayet edilmektedir. Firavun iki gün sonra İsrailoğullarına yetişti. İsrailoğullarının önlerinde geçilmesi mümkün olmayan bir deniz arkalarında kocaman bir ordu vardı. İsrailoğulları "Yakalandık yâ Musa" diye yakınmaya başladılar. Kuran-ı Kerim’de olay şöyle anlatılıyor: "Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir"dedi. Bunun üzerine Biz Musa’ya: "Değneğinle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi. İste oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık" (Şuara, 26/62-65).

"Firavun, ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi. Hem de nasıl!" (Taha, 20/78).

Kuran-ı Kerim’de Allah Teala, bir zalimin, kafirin sonunu böyle anlatıyor ve bir kavmi nasıl kurtardığını da. İste Hak, Batılın tepesine böyle inip, onu ortadan kaldırabiliyor.

Firavun ordusu, bir tek kişi kalmamacasına yok oldu. Firavun ise, ölümün geldiğini anlayınca iman ettiğini açıkladı: "Firavun boğulacağı anda: "İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben de ona teslim olanlardanım" dedi. Ona: "Şimdi mi (inandın)? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin"dendi" (Yunus, 10/90, 91).

Bu olaydan sonra Allah Teala, Hz. Musa’ya kavmiyle birlikte Beyti Makdis’e yönelmelerini emretti. Yola koyuldular. Çölde su bulamayıp, şiddetli bir susuzluğa kapıldılar. Gelip Hz.Musa’ya sitem ve şikayette bulundular. Allah, Hz.Musa’ya, asasını taşa vurmasını emretti. Vurunca taşın on iki yerinden su fışkırdı. Her Yahudi kabilesine bir göze düşüyordu. Onlar bu gözelerden kana kana içtiler, susuzluklarını giderdiler. Allah Teala İsrailoğullarına, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti de gönderdi. Fakat İsrailoğullarının o ikiyüzlülükleri, bütün bu nimetlere rağmen, kendini burada da ortaya çıkardı. Bir tek yemekle yetinemeyeceklerini söylediler: "Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız. Bizim için Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiği sebze, kabak, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin" demiştiniz de, "hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada şüphesiz istediğiniz vardır" demişti" (Bakara, 2/61).

Sonra Allah Teala Hz. Musa’ya, Filistin’e gitmeyi emretti. Orada Heysanilerin kalıntıları ve Kenanlılardan meydana gelen zalim bir topluluk ile karşılaştılar. Hz. Musa kavmine, buraya girip bu zalimlerle savaşmalarını, ve onları bu mukaddes beldeden çıkarmalarını emretti. Fakat, İsrailoğulları buna cesaret edemedi: "Ey Musa! "Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi" (Maide, 5/24).

Çünkü İsrailoğulları, Firavun ülkesinde zillet ve adiliğe, aşağılanmaya alışmışlardı. Onlar için bazı değerleri ele geçirmek için savaşmak, bir mana taşımıyordu. Allah da onları Tih çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Kavmine söz geçiremediğinden yakınan Musa’ya, Allah Teala: "Orası onlara kırk yıl haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış bir millet için tasalanma" dedi" (Maide, 5/26).

Zamanla, bu zillet içinde yaşayan nesil, yerini hürriyetle yetişen ve izzetle yaşayan bir nesile terk etti. Bunlar da bir müddet sonra Arz-ı Mukaddes’e girmeye muvaffak oldular.

İsrailoğulları, bu kırk yıl içinde çok çeşitli sapıklıklarda bulundular. Hz. Musa’nın Tur dağında kırk gün geçirdiği bir zamanda, Sâmirî isimli bir şahsın imal ettiği ve "İşte sizin de Musa’nın da tanrısı" dediği altından bir buzağıya tapmaya başladılar. Hz.Musa döndüğünde onları buzağıya tapınır görünce çok üzüldü. Hz.Harun’a çıkıştı. İsrailoğullarını buzağıya tapınmaktan vazgeçirmeye çalıştı. İsrailoğulları ise, her fırsatta iki yüzlülüklerini sergilediler. Hz.Musa, hayatı boyunca tevhid yolunda mücadele etti. Bu uğurda pek çok eziyetle karşılaştı. Yurdundan çıkarıldı, ölümle tehdit edildi ve etrafında kendisiyle beraber, inanan pek az insan bulabildi.

Hz.Musa, Tih çölünde, Hz. Harun’dan sonra öldü. İsrailoğullarını Arz-ı Mukaddes’e sokamadı. Öldüğünde yüz yirmi yaşında idi. Buhârî, onun ölümü ile ilgili olarak şunları rivayet ediyor: "Ölüm meleği geldiğinde, Hz. Musa onun yüzüne dikkatle baktı. Canını almaya gelen Azrail (a.s) korktu ve gözü karardı. Sonra: "Yarabbi, beni bir kuluna gönderdin ki, ölmek istemiyor" diye tazarru eyledi. Allah Teala, o hali üzerinden kaldırarak, tekrar Musa’ya gönderdi: "Söyle, sayılı olmak şartıyla istediği kadar yaşasın". Hz. Musa: "Yarabbi, sonra ne olacak?" dedi. "Öleceksin" buyuruldu. "Öyle ise ölüm şimdi gelsin" niyazında bulundu. Sonra Allah Teala’dan, kendisini bir taş atımı Beyt-i Makdis’e yaklaştırmasını, orada ölmesini ve oraya gömülmesini istedi.

Ebu Hureyre (r.a) şöyle diyor: "Resulullah (s.a.v): "Eğer ben sizinle beraber orada bulunsaydım, onun yol kenarında ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim" buyurdu".

Kaynak: www.gezgin.net