TB/ ŞEYH GALİP

 

ŞEYH GALİP ( 1757- 1799 )

18. yüzyıl, Osmanlı devleti açısından ne kadar bahtsız ise, Osmanlı Dîvan şiiri açısından da o kadar bahtlıdır. Çünkü bu yüzyılın birinci yarısında -bir örneğini bulmak mümkün olmayan- Nedim, ikinci yarısında da -yine bir benzerini bulmak mümkün olmayan- Şeyh Galip yaşadılar ve en güzel eserlerini verdiler. Şeyh Galip Dîvan Edebiyatımızın getirdiği son büyük şairdir.

Nedim, nasıl şuh havası, neşeli edası, hayatla dolu mısraları ile Dîvan Edebiyatı içinden bir sanat fıskiyesi gibi yükselmişse, Şeyh Galip de muhayyile zenginliği, kendisinden önce gelenlerin hiçbirine benzemeyen edası ve Mevlevîliğin fikir ve yürek dolu dünyası ile yepyeni ve bambaşka bir şiir dünyası kurmuştur. Dîvan Edebiyatımıza atılan son şerefli imza, Şeyh Galip’indir.

1757 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmet’tir. Babası Mustafa Reşit Efendi, şair, bilgin bir Mevlevi dervişi idi. Oğlunun iyi yetişmesine önem verdi. Önce kendisi ders verdi. Mevlevîliği sevdirdi ve bu tarikatın önemli eserlerini ona okuttu. Babasından ilk şiir zevkini ve Mevlevîliğin rind dünyasının güzelliğini alan Şeyh Galip, daha sonra çağının ünlü bilginleri ile tanıştı, onların derslerinden geçti.

«ESAT»TAKMA ADINDAN SONRA «GALİP» ADINI KULLANMAYA BAŞLADI

Ders aldığı hocalar arasında Galata Mevlevîhanesi şeyhi Hüseyin Efendi de vardır. Zamanın en tanınmış hocası Neşet Efendi’den de dersler aldı. Neşet Efendi, genç Şeyh Galip’in yeteneğini çabuk farketti ve yazdığı şiirleri beğenerek ona "Esat" takma adını önerdi. Şeyh Galip, bir ara "Esat" takma adıyla şiirler yazdıktan sonra "Galip" adını kullanmaya başladı. Böylece, asıl adı olan Mehmet unutulmuş ve daha sonraları hep "Şeyh Galio" olarak bilinmiştir.

1782’de, yazdığı bütün şiirlerini bir divanda topladığı zaman, yirmi dördünü bitirmiş, yirmi beşine basmış gencecik bir delikanlı idi. O yaşta dîvan sahibi olmak, hele "Şeyh Galip Divanı" gibi fikir derinliği, muhayyile zenginliği ve üslûp tazeliği taşıyan bir dîvan sahibi olmak, o güne dek kimsenin erişemediği bir mutluluktu.
ALTI AY İÇİNDE «HÜSNÜ AŞK»I YAZDI

İstanbul’un sanat çevrelerinde bir anda yıldız gibi parladı. Çevresi, hayranları ile dolup taşıyordu. Şiirleri dillerde geziyor, saraydan mahalle kahvesine kadar her yerde okunuyor, beğeniliyordu. İşte bu günlerin birinde bir sanat meclisinde söz, dönüp dolaşıp, büyük dîvan şairlerimiz arasında yer alan "Nâbi"ye geldi. Orada bulunanlar, Nâbi’nin "Hayrâbât" adlı mesnevîsini övmeye başladılar. Bu övgü o kadar ileri götürüldü ki, konuşanlardan biri, "Böyle bir mesnevî, bir daha yazılamaz" dedi.

Şeyh Galip, bu yargıya katılmamıştı. "Çok abartılıyor" dedi. Bunun üzerine sordular:

-"Peki sen yazabilir misin?"

Şeyh Galip’in şairlik gururu incinir gibi oldu:

-"Evet" dedi, "Hem de daha güzelini!"

Ve yazdı. Altı ay içinde Nâbi’nin "Hayrâbât”ını gölgeye çeken "Hüsn ü Aşk"ı yazdı. Bu kadar kısa bir zaman içinde bu ölçüde ve hacimde bir eser ortaya çıkarmak, başka bir şaire nasip olmuş değildir.

Hüsn ü Aşk, tasavvuftan kaynaklanan bir eserdir. Olaylar ve kişiler, sembolleri gerçekleştirmek için kullanılmıştır. Mesnevide kullanılan Hüsün ve Aşk, mutlak güzellik ile mutlak bilgidir. Bunlar "edep" okulunda, yani Mevlevî dergâhında okurlar. Mutlak aşk ile mutlak bilginin birleşebilmesi için, kalp şehrine giden çileli yolu geçmek gerekir. Geçerler ve muratlarına ererler.

Bu eserinde Şeyh Galip, öylesine imajlar kullanmış ve bu soyut dünyadan öylesine somut bir dünya ortaya koymuştur ki, her açıdan eşsizdir. Bakınız, ‘Muhabbet’ kabilesinin insanlarını nasıl çiziyor:

"Giydikleri âfitab-ı temmuz

İçtikleri, şûle-i cihansûz."

"Muhabbet" kabilesinin insanları, temmuz güneşini giyerler, can ışığını içerlermiş…

ÜÇÜNCÜ SELİM, ŞAİRİ SEVİYOR VE SAYGI DUYUYORDU

Hüsn u Aşk’ı 26 yaşında yazdı ve 28 yaşında Konya’ya giderek Mevlânâ’nın dergâhında çileye çöktü. Birkaç yıl Konya’da kaldıktan sonra İstanbul’a gelerek çilesini Yenikapı Mevlevîhanesi’nde tamamladı. Niyeti, bundan sonra babası ve annesi ile bir eve geçmek ve orada inziva hayatı yaşamaktı.

Fakat o yıl padişah olarak tahta çıkan Üçüncü Selim Şeyh Galip’in şiirlerini tanıyor, seviyor ve şaire saygı duyuyordu. Saraya davet etti, kendisiyle görüştü ve iltifatlarda bulundu. Yine padişahın arzusu ve işareti ile Galata Mevlevîhanesi Şeyhliği’ne getirildi. Üçüncü Selim, sık sık Galata Mevlevîhanesi’ne gitmiş ve âyinlerde bulunarak Şeyh Galip’e verdiği ehemmiyeti göstermiştir. Şeyh Galip’in sarayı ziyaretinde de padişahın, "Şeyhim, şeref verdiniz" diye itibar sözü ile karşılandığı bilinir.

Galata Mevlevîhanesi’ne başladığı tarihten itibaren "Galip Dede" diye anılmıştır. Şöhretinin zirvesine ulaştığı 1799 yılında (3 Ocak) 42 yaşında iken öldü. Herhalde Türk Dîvan Edebiyatı göklerinin en parlak yıldızı o gün düşmüş olacak.