Ans/s/ SİPAHİ

SİPAHİ

Osmanlı Devleti’nde ordunun iki ayrı atlı sınıfına verilen ad.

1.Tımarlı Sipahisi:

Tımarlı sipahisi bir atlı ordudur. Ordu-yu hümayunun esası ve en büyük kısmıdır. Kapıkulu sınıflan gibi maaşlı değildir. Azaplar gibi ücretli de değildir. Levendler ve akıncılar gibi ganimetle geçinmez. Yaşaması için devlet kendilerine toprak verir. Toprağın üzerinde köylü vardır. O köylüden, vergiyi tımarlı sipahiler toplar. Hem kendisi geçinir, hem de atları ve silahları ile çağrıldığı anda yığınak mevkiinde hazır bulunarak savaşır. Selçukluların Arapça "İkta" dedikleri böyle toprağa Osmanlılar "dirlik" demişlerdir. Dirlik küçükse adı "tımar", büyükse "zeamet" adı verilir. Zeametin büyüğüne de "hass" denir.

Sipahiler umumi adı altında toplanan tımarlı ve zaimler, Osmanlı ordularında en iyi kısımdır. 2 çeşit tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz. Tezkireli tımarlılar, tımarı merkezden yani İstanbul’da Divan-ı Hümayun’dan doğrudan doğruya alanlardır. Tezkiresiz tımarlılar ise dirliklerini beylerbeyinin arzı üzerine alırlar.

Tımar veya zeamet sahibi ölünce, ekseriya oğluna, yoksa kardeşine veya yeğenine verilirdi. Fakat bunun için tımar ve zeametin bağlı olduğu alaybeyi ve sancakbeyinin onayı lazımdı. Bu suretle dirlikler, tecrübesiz insanların eline geçmezdi.

Tımar ve zeamet sahipleri, arazileri üzerindeki toprakları 3 yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi. Toprağı işlememek, Allah’a karşı da bir günah sayılırdı.

Sipahi sefere gidince yerine "korucu" denilen bir vekil bırakırdı. Bu şahıs, dirlik sahibinin yokluğunda toprağın düzenli işlenmesine bakardı.

Devletin her eyaletinde tımar ve zeamet bulunmazdı. Mesela Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır, Yemen, Bağdat gibi eyaletlerde hiç tımar ve zeamet yoktu. Genellikle Müslüman nüfusun bulunduğu eyaletlerde tımar ve zeamet teşkilatı yapılmıştır. Bunun da sebebi Tımarlı Sipahisi’nin tamamen Osmanlı ırkına ait bir sınıf olmasıydı.

Kanuni devrinde tımarlı sipahisi, gerek sosyal, gerek askeri bakımdan en parlak devrini yaşamıştır.

Osmanlı atlı ordusu, iki orduya ayrılmıştı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu. İlk zamanlarda Rumeli tımarlı ordusunun kumandanı Rumeli beylerbeyisi, Anadolu tımarlı ordusunun kumandanı Anadolu beylerbeyisi idi. Fakat sonradan her iki kanada da padişahça seçilen vezirler kumanda etmeye başladı.

Zaim ve sipahi öldüğü zaman tımar sahibi oğulları varsa, onlar babaları ölmeden tımarlı oldukları ve tımarlıların bütün haklarına sahip bulundukları için, tımarı olmayan diğer kardeşleri, zaim ve sipahinin büyük ve ikinci ve üçüncü oğulları gibi muamele görürlerdi. Tımar tasarruf eden her sipahi tımarını ne şekilde almış olursa olsun, müstakil tımarlı sipahi sayılır, babasının ölümü, onun aleyhinde bir muamelede bulunulmasını gerektirmezdi.

XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ve devamlı olarak tımarlı sipahisi azaldı. Kapıkulları çoğaldı. Tımarlar, saray adamlarına, daha sonraları mahalli halka verilmeye başlandı. Bu şekilde birçok eyalette toprak ağaları, "ayan" denen bir çeşit derebeyleri doğdu.

Fatih’in ve Kanuni’nin üzerlerinde o kadar durdukları, onların başında cihan devleti kurdukları tımarlı sipahisi, merkezin kapıkullarının gelişmesine engel olması yüzünden gittikçe kötü duruma düştü. XVIII. yüzyıldan itibaren bu durum belirginleşti ve tımarlı sipahisi büsbütün önemini kaybetti.

Tımar sistemi, Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşmesinde de büyük hizmetler görmüştür. Rumeli eyaleti ile diğer Avrupa eyaletlerinde ve Batı Anadolu ile Orta Anadolu’nun kuzey kesimini içine alan Anadolu eyaletinde, hatta birkaç Orta ve Doğu Anadolu eyaletinde tatbik edilen bu sistem, bu büyük ülkelerdeki Müslüman olmayan nüfusun devlet aleyhine davranışlarına karşı başlıca engellerden biri olmuştur. Bu sebeple ekilebilir toprak, çok büyük çoğunluğu bakımından Osmanlı halkının eline geçmiş ve onun elinde kalmıştır.

Tımarlı sipahisi, bir Osmanlı asilzade topluluğudur. Ellerindeki köylüye adalet dağıtırlar. Köylerin şenlenmesine, bayındır hale gelmesine her türlü yardımda bulunurlar. Padişahın, imparatorluğun uzak köşelerindeki temsilcileridir. Mağrur, varlıklı, savaşçı adamlardır. Köylüyü soymayı akıllarından geçirmemişlerdir. Zaten kanunların gösterdiği vergi ve resimlerin dışında akçe almaları mümkün değildi.

Tımarlı sipahisi XVI. yüzyılda gelişti, XV. yüzyılda Osmanlı ordusunun yarısından fazlası bu sınıftandı. XVI. yüzyılın ilk yarısında en önemli devrini yaşadı. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemini kaybetmeye başladı. XVII. yüzyılda kapıkulu ocakları tımarlı sipahiyi sayı ve önem bakımından geçtiler. XVII. yüzyılın son yıllarında, hele XVIII. yüzyıldan itibaren sayıları kadar önemleri de azaldı.

Bahriye sancaklarındaki tımarlar genellikle levendlere, reislere, derya beylerine yani donanmadaki denizcilere verilirdi. Tımarlı sipahisi bazı büyük deniz seferlerine de verilmiştir. Levendler ve "azab" denilen deniz piyadeleri yetmediği zaman, donanmaya kapıkulu ve tımarlı askeri de yüklenirdi.

1826’da II. Mahmud, tımarlı sipahilerin her yıl İstanbul’a üçte birinin gelerek kışlalarda modern eğitim görmelerini emretti. Bunlara, derecelerine göre erlikten yüksek subaylığa kadar rütbeler verdi. Fakat "Asakir-i Mansure Süvarisi’ adını alacak, bundan böyle tımarlarında değil kışlalarda yaşayacak, modern eğitim görecek ve yeni askeri usulü öğreneceklerdi.

Tanzimat’tan hemen sonra Sultan I. Abdülmecid 19 Ocak 1841 fermanı ile birçok tımarlı sipahiyi emekliye ayırdı, fakat tımarlarını hayatlarının sonuna kadar ellerinde bıraktı. 1844’te bir kısım tımarlı sipahisi atlı jandarma olarak hizmete alındı.

2. Kapıkulu Sipahisi:

Yeniçeri ocağından sonra en mühim kapıkulu ocağı olarak, kapıkulu sipahisi görülür. Tımarlı sipahisinden ve diğer atlı sınıflardan farkı, aynen yeniçeriler gibi XVI. yüzyılda devşirme çocuklarından meydana gelmiş bir kapıkulu ve merkez askeri olmasıdır. XVI. yüzyıl sonlarından itibaren bunların en büyük çoğunluğu Türk asıllı kimselerden seçilmiş, bunların da mevcudu bu tarihten sonra çok artmıştır.

Kapıkulu sipahisi, yeniçerilerin büyük rakibi oldukları için, onlar kadar ayaklanmalara karışmamışlardır. Bazen hiç karışmamış, bazen karşı ihtilalci olarak yeniçeriler karşısında yer almışlar, fakat bazen de ihtilali onlar çıkartmışlardır. Kapıkulu sipahisine "tımarsız sipahi" de denilmiştir. Çok iyi süvari, okçu ve kılıç dövüşçüsü idiler.

Kapıkulu sipahisi veya tımarsız süvari sınıfı, XVI. hatta XVII. yüzyılda seçkin bir sınıftı. Yeniçerilerden daha fazla maaş alırlardı.

Tımarsız süvari ocağı, 6 alaydan kurulmuş bir tümendi. 6 alay, sırasıyla şöyleydi: Sipahiler, silahdarlar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler, sol garipler.

"Sipah Bölüğü" denilen, birinci alay, kırmızı sancaklı olup en itibarlıları idi. Sultan Fatih Mehmed tarafından büyük devlet adamlarının ve kumandanların çocuklarından meydana gelen bir süvari bölüğü olarak kurulmuş sonra devşirmeler de alınmaya başlanmıştı. Bu alay, seferde hükümdarın veya serdarın arka tarafında durur, aynı zamanda saltanat bayraklarını korurdu. Otağ-ı hümayunu bir gece sipah alayı, bir gece silahdar alayı sıra ile beklerlerdi. Sipah alayının bazı birlikleri ordunun önünden gider, istihkam sınıfının işlerine katılırlardı.

"Silahdar alayı" denilen ikinci alay, sarı sancaklıydı. "Sancak tepeleri"nin yığılmasına bakmak görevi bu alayındı. Ordu-yı hümayun yoldan geçerken, birkaç kilometrede bir tepelerdeki bayrakları görerek yolunu bulurdu. Orduya padişah kumanda ediyorsa, yani sefer-i hümayun ise, bu tepeler yolun her iki tarafına, serdar-ı ekremler kumanda ediyorsa yalnız sol tarafına yapılırdı. 23 adet tuğcu da genellikle bu alaydan seçilirdi. Yedekçiler, sefer-i hümayunlarda, padişahın yedek atlarını çeker, fakat binemezlerdi. "Buçukçu" denilen asker de bu alaydan seçilir, padişah, cami, türbe gibi yerlere ziyarete gittiği zaman fakirlere yarımşar altın dağıtırlardı. Bunların başlarındaki teğmenlere "tuğcubaşı", "yedekçibaşı" ve "buçukçubaşı" denilirdi.

Sağ ulufeciler (ulufeciyan-ı yemin) alayının sancağı yeşil, sol ulufeciler (ulufeciyan-ı yesar) alayınınki sarı beyazdı. Sağ ulufeciler seferde yeniçeri tümeninin sağında giden sipah alayının sağında, sol ulufeciler ise, yeniçerilerin solunda giden silahdar alayının solunda yer alırlardı.

Sağ garipler (gureba-yı yemin) ve sol garipler (gureba-yı yesar) alayları seferlerde ağırlıkların muhafazası ile görevli idiler. Sancağ-ı Şerifin çevresinde yürürlerdi. Sağ gariplerin alay sancağı sarı-beyaz, sol gariplerin ise yeşil beyaz idi.

Bu 6 alay eşit derecede sayılmaz, en üst derecedekine daha mühim savaş görevleri verilirdi. Tecrübeli ve değerli savaşçılar, üst alaylarda idi.

Tımarsız (ulufeli) sipahilerin çoğunluğu İstanbul’daki kışlalarında oturur, bir kısmı taşrada büyük merkezlerde bulunurdu.

Kapıkulu sipahisi, ordunun asıl süvari sınıfı değildi. Asıl süvari sınıfı tımarlı sipahiler ve ikinci derecede akıncılar idi.