AYDIN
Aydın….Aydın… Onun için bir şeyler yazmadan geçemem.
Aydın’ı doğduğum günden beri tanıyorum. Çünkü o benim ağabeyim. Aramızdaki yaş farkı 18 ay. Üç kardeşiz : İbrahim, Aydın ve Ayşe…
Onun çocukluğunu hatırladığımda silik silik bazı siyah beyaz fotoğraflar geliyor ekrana. Siyah beyaz.
Ankara’da Bakanlıkların oradaki parkta oynuyoruz. Salıncaklara biniyoruz. Annem düzenli olarak bizi o parka götürüyor. Çünkü babam Hukuk fakültesi öğrencisi, ders çalışıyor. Evde olmamamız lazım. Kar yağarken bile parka gidiyoruz. Bu yaşta olsa kızacağımız bu durum o zaman bize çok eğlenceli geliyor.
Kar yağıyor kızaklarla kayıyoruz. Gece ve müthiş bir eğlence . En kötüsü, yokuş bitince kızağı sırtlayıp yukarı çıkmak. Ama olsun yeniden kaymak fikri bize heyecan veriyor.
Babam okulu bitirdi ve tayini önce Maraş’a, ardından Gaziantep’e, oradan Ankara’ya, oradan Urfa’ya çıktı. İlkokulu tam beş yerde okudum.
Maraş’taki lojman … Bahçesindeki havuz… Biz üç kardeş annemin diktiği beyaz patiska donlarla bahçedeki süs havuzuna giriyoruz. Etrafta bir çok seyirci var. Hayretle bizi seyrediyorlar.
Gaziantep…Lojman güzel… Ama şehir kasvetli… Gaziantep’le ilgili fazla hatıram yok… Sadece ağabeylerimin sünnetini hatırlıyorum. Çok güzeldi. Bana da çok güzel bir elbise diktirmişlerdi. Saçlarımı da yaptırdılar. Aydın’ın sünnetinde problem çıktı… Çok acı çekti….
Urfa … Güzel şehir… Balıklı göl… Bol arkadaş… Hem de candan arkadaşlar. Dev bir lojman … Bahçede köpek , keçi ve ceylan var. Sıkılmayalım diye Ceylanpınar’dan bize bir ceylan getirdiler, yavru. Evde bile bizimle…
Acı günler yavaş yavaş başlıyor. Önce köpeğimiz Tony öldü. Lojman, Mardin asfaltının üzerinde. Bekçi Tony’nin kanlı cesedini getirdi. Onu bahçeye büyük bir törenle gömdük. Bütün arkadaşlar törene katıldı.
Arkasından zaman içinde büyüyen ceylanımız bahçe duvarlarını atlayarak asfalta çıktı ve bom. Onu hemen orada kestiler. Çok üzüldüğümüz için yeni bir ceylan daha getirdiler. Onu hiç sevmedim. Akıbetinin diğeri gibi olmasından korktuğum için olsa gerek. Kısa bir süre sonra hastalandı ve annem onu da bekçilere teslim etti.
Urfa … Sanki miladın başlangıcı. Orada sobadan çıkan alevlerle yüzüm yandı. Uzun süre okula gidemedim. Saçlarım, kaşlarım ve yüzümün sağ tarafı yanmıştı. Şu satırları yazarken yüzümün sağ tarafı yine alev alev yanmaya başladı. Yüzüm yanarken banyoya doğru koştum. Banyoda Allah’tan su dolu bir kova varmış… Kafamı kovaya soktum. Beni kurtaran da o olmuş. Yoksa yüzümde derin izler kalabilirmiş . Çok şükür bir iz kalmadı.
Urfa… Sanki miladın başlangıcı…. Aydın ağaçtan düştü. Hiç bir şey olmadı. Birkaç ay sonra okula gidemeyecek kadar halsizleşti. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Doktorlara başvuruldu. Ankara’ya gitmesi gerekiyormuş.
Henüz bizler olayın farkında değiliz. Ben 5. sınıfa, Aydın 7. sınıfa, İbrahim ağabeyim 9. sınıfa gidiyor. Babamın bir anda Ankara’ya tayini çıktı. Toparlandık.
Sevgili Ankara tekrar sana kavuştuğum için çok mutluyum.
Mutluluğum kısa sürdü. Çünkü aile resmi çektirmek için fotoğrafçıya gidiyorduk. Ne güzel değil mi ? Aile resmi çektirecektik. Ben çok sevinmiştim. Dönüşte annem ile babamın konuşmalarına şahit oldum :
-Son fotoğrafı..!!!
Ne demekti… Ne demek… Çocuk kafamla olanları anlamaya çalışıyordum. Kimse açıklama yapmıyordu.
Halam, babam ile Aydın’ı İstanbul’a çağırmıştı. Uçakla gideceklerdi. Neden, ne gerek vardı ? Niçin eskisi gibi hep beraber gitmiyorduk ?
Ankara’ya elveda deme zamanı gelmişti. Çünkü babam İstanbul’a tayin istemiş ve tayin gerçekleşmişti. Rahmetli anneannem okullar kapanana kadar yanımızda kaldı. Annem, babam ve Aydın İstanbul’da hastanedeydiler.
Merhaba İstanbul… Güzel ama küçük bir ev. Lojman saltanatı artık bitmişti. Alelacele bulunan bir eve yerleştik. İstanbul’a geldikten bir gün sonra hastaneye Aydın’ı ve annemi görmeye gittik. Annem bizi Hematoloji yazan bir yerin bekleme salonunda bekliyordu.
-Aydın nerede diye sorduğumuzda ,
-Doktorlar vizite çıktılar. Doktorlar gittiği gibi gelecek, dedi.
Kısa bir süre sonra Aydın kapıda göründü. İnanılamayacak bir haldeydi. Sanki üç katına çıkmıştı. Kortizon ilaçları onu bu hale getirmişti. Dayanılmaz acılar çekiyordum, buna rağmen katlanmalıydım. Ona üzüntümü belli etmemeliydim. Ama başaramadım. Ne kadar çok ağladığımı hatırlamıyorum. O günden sonra fazla ağlayamadım zaten, hiçbir şeye.
Ankara’da yanlış teşhis konulmuş ve lösemi ilaçları uygulanmıştı ona. Halbuki gerçek hastalığı aplastik anemiymiş ancak ilaçlar kemik iliğinde bozulmaya sebep olmuş ve hastalık lösemiye çevirmiş….
Aydın bu tarihten sonra 10 yıl yaşadı. Her sene 1 veya 2 ay hastanede kalır, ara sıra kan nakli yapılır ve yine yaşamına devam ederdi.
Onunla bir kardeş değil, bir arkadaş gibiydik. Uzun zaman sevgili aramayışımın sebebi o olsa gerek. Her yere beraber giderdik. Sinema, eğlence, okul, her yere… Anneme Aydın’ı tanımayanlar:
-Ayşe’nin bir sevgilisi var , haberin olsun demişler. Sarışın, mavi gözlü yakışıklı bir delikanlı. Kol kola geziyorlar. Biraz dikkatli ol.!
-Keşke onun gibi yakışıklı, iyi niyetli, iyi bir insan sevgilim olsaydı.
Kumburgaz… 1979 yazı halamlarda iftardayız. Aydın birdenbire fenalaştı. Halbuki o gün beraber denize de girmiştik. Halamlardan eve gelemedi. Ertesi gün hastaneye yattı.
Ben fakülte 2. sınıftayım. Beyazıt’tan okuldan çıkıyor ve her gün hastaneye uğruyordum. Bir gün gittiğimde doktorlar başındaydı. Hastalık artık son safhasına gelmişti. Arkadaşım Nihal ile bekliyorduk. İş uzun sürünce Nihal gitti. Bekledim. İçeri girdiğimde neşeyle :
-Nasılsın bakalım bu gün, ne istersin benden, dedim.
-Bana cola getir, dedi.
Annem gözüyle içemeyeceğini işaret etti (Mide kanaması geçiriyormuş). Ben de :
-Tamam, yarın büyük bir şişe cola getireceğim, beraber içeceğiz diye isteğini geçiştirdim.
Ertesi sabah 17 Kasım 1979 Cumartesi. Annem telefon etmedi. Hastaneyi arıyoruz, bir türlü cevap vermiyorlar. Nihayet beklenen telefon geldi :
-Kızım gelin, Aydın komaya girdi.
Cola aklıma geldi, götürse miydim ? Ne anlamı vardı ki.
Cola, her seni içişimde Aydın’ı hatırlıyorum. Keşke derler ya. Keşke o gün colayı götürseydim de o içmeseydi ama ben götürseydim…
Gittik. Ağır komada. Bir anda kendine geldi, bize gülümsedi ve sanki görüşürüz gibi başını salladı. Görüşürüz….
Ben ölümü o gün tanıdım. Ölüm benim için Aydın’dı. Her ölüm haberinde Aydın’ı hatırladım. Sizler için ölümün ismi nedir? Ayşe mi? Mustafa mı? Anne mi? Baba mı? ………..
Görüşürüz Aydın… Mutlaka görüşeceğiz… Melekler dostların olsun!
Anı Defterim-Karalamalar, 2002