YAZ / HORTUMCULAR

HORTUMCULAR

Aslında hikayenin başlıkla o kadar da ilgisi yok… Var da esas bizimle ilgisi var… Bizim yapımızla ilgili…

Yer yine benim görev yaptığım lise… Nöbetçi öğretmenim… 11.sınıflardan birinin dersi boş… Benim de dersim boş… Sınıfı boş bırakmamak için derse giriyorum… Tabii güncel konular konuşulacak. Tarih öğretmeni olduğum için hortumlama konusunun tarihini bana soruyorlar. Osmanlılarda rüşvetten başlayarak günümüze kadar gelen hortumlamadan kısaca bahsediyorum.

Benim kesin görüşüm şu: Biz bozulduk… Biz ideallerimizi kaybettik… Köşe dönme meselesi yüzünden her şeyimizi feda ettik… En yüce bildiğimiz değerleri bile ayaklar altına aldık…
Tek isteğimiz bu fani dünyada çok rahat yaşamak… Rahat yaşamak demiyorum, çok rahat yaşamak diyorum. En güzel ev bizim olmalı, en güzel hanım bizim olmalı, çocuklarımız en güzel okullarda okumalı, en güzel yerlerde yemeliyiz-içmeliyiz… Hep en,en,en… Hep enler bizim olmalı…
Bu sırada öğrenciler de fikirlerini söylüyorlar. Hortumcuları asıyor, kesiyorlar. Onlar vatan haini, onlar… Falan filan… Bir tanesi heyecanla atılıyor:

-Biz geliyoruz hocam, göreceksiniz, Türkiye nasıl düzelecek. Bu sınıftaki herkes benimle aynı fikirde. Biz sizin dediğiniz idealist insanlarız. En fazla 10 sene sonra Türkiye’nin rengi değişecek.

Sözlerine inanmak istiyorum; ama orada bir köy var uzakta… Gitmedim belki ama… Ama görebiliyorum. Ummak istiyorum, öyle olsun istiyorum. Haksız çıkmak istiyorum… Ama ümitsiz olduğumu söylemek isterim.

Öğrencilere:

-İnsanlar çok güzel düşünebilirler, bunu uygulamaya koymak çok zordur. Mesela ben çok iyi olmak istiyorum; ama sonuçta insanım zaman zaman iflas ediyorum, iyilik falan kalmıyor. İdealist olabilmek çok zor. Düşünce olarak idealist olabilirsiniz, bunu nasıl uygulayacaksınız.

-Hocam, herkes kendi görevini çok iyi yaparsa iş kökünden çözülür.
-Nasıl yani?
-Şimdi ben öğrenciyim. Öğrenciliği hakkı ile yapabiliyorsam, gerçekten öğrenciyim demektir. Derslerimi çalışacağım, okul kurallarına uyacağım, yani ne gerekiyorsa yapacağım.
-Peki, sen bunları yapıyor musun?
-Evet.
-Ne güzel.

Sınıf uğultulu bir şekilde, konuşan öğrenciyi tasdik ediyor. Ne mutlu bana ki böyle öğrencilere sahibim.

Şeytan beni arasıra dürter. Aslında her gün dürter. Bu gün de dürttü ve bir plan hazırladım. Aynı sınıfa 1 hafta sonra sınav yapacaktım. İçimdeki şeytan dedi ki: Onlara idealistliğin çok da kolay olmadığını öğret, onları sına.
Arkadaşım ile anlaştım. Sınav sırasında beni cep telefonumdan arayacaktı. –Aslında cep telefonum okulda hep kapalıdır.- Ben de onunla konuşmak için sınav sırasında 5 dakikalığına sınıfı terk edecektim. Plan aynen uygulandı.

Sınav sırasında cep telefonum, son sesi ile acı acı bağırdı.

-Çocuklar özür dilerim, çok önemli bir telefon beklediğim için telefonumu açık bırakmak zorundaydım, müsaade ederseniz 2 dakika koridorda konuşup geleyim, sizler sınava devam edin, dedim ve sınıfı sınıfla baş başa bırakarak dışarı çıktım.

Dışarıdaki o iki dakikada beynim son sürat çalışıyordu. İstiyordum ki benim sevgili çocuklarım sanki ben sınıftaymışım gibi sınava devam etsinler. Hepsini, sıralarında ve bir şeyler yazarken bulayım. Hatta sınıfta tık çıkmasın… İçimdeki şeytan ise:

-Ha, hah, hahahaha… İçeriye gir de gör… Neler oluyor, diyordu.

Bu ikilem içinde kapıyı çok yavaş bir şekilde açtım. Manzara korkunçtu. En sevgili öğrencilerim, en güvenilen çocuklarımın hepsi ayaktaydı. Kitaplar, defterler havada uçuyordu. Benim içeri girmemle bir anda sınıf eski haline döndü.
Derin bir sessizlik… Hiç biri yüzüme bakmıyor… Ben onları tek tek süzüyorum. Kalem sesi, kağıt sesi dahi duyulmuyor… Derin, derinnn sessizlik…

Sessizlik benim sesim ile bozuldu:

-Arkadaşlar, aslında size yarın sınav yapacağım. Bu günkü bir denemeydi. İdealistlik denemesi. Kağıtlarınızı lütfen masama bırakın… Mahçup tavırlar… Yine göz temasımız yok…

Bazen sözler, dayaktan daha kötüdür. Derler ya el yarası geçer; ama dil yarası geçmez diye… Tam sırası, tam sırası…

-Hani geçen gün konuşmuştuk. İdealist insanlardan… Şimdi burayı bir banka şubesi olarak düşünelim. Ben de sizin müdürünüzüm. Gittim ve ortalık birbirine girdi… Neydi demin olanlar? Onlar kasalardan haksız kazançları ceplerine indiriyorlar. Sizin ki de haksız notları cebe indirmek değil mi? Ne farkınız var onlardan. Siz bilgi çalıyorsunuz, onlar para… Bu gün bilgi çalan, yarın para çalamaz mı… Alışkanlık, tiryakilik yapmaz mı? Burada 5 veya 10 puan fazla alabilmek için düşünün bakalım sizler nelerinizi sattınız? Nerede kaldı idealist öğrenci? Nerede kaldı yarınımızın aydınlık Türkiyesi… Dedim ya beyler, bayanlar idealist düşünmek kolaydır, idealist olmak zordur. Şimdi aradaki farkı anladık mı? Sizlere kızmıyorum, daha pişmelisiniz. Önünüzde çok güzel bir yaşam var. Bu yaşam için idealist olmayı düşünmeniz bile benim için yeterli.

Derin ama anlamlı sessizlik devam ediyor… Hala göz temasımız yok… Açıkçası bu benim hoşuma gidiyor. Çünkü yaptıklarının farkındalar… Yanlışı biliyorlar, hiç olmazsa yanlışın bu olduğunu biliyorlar…

İnsanlar idealist düşüncelerini gerçekleştirebilselerdi dünya cennet olabilir miydi?

Anı Defterim-Karalamalar, 2002