YAZ / BİR ŞANS VERMELİYDİM…

BİR ŞANS VERMELİYDİM…

İlk kitabımı okuyanlar kızım Şebnem’in hayatımıza 5 yıl sonra teşrif ettiğini bilirler. 5 uzun yıldan sonra güzel kızıma kavuşmuştum. Doktorum Can Bey’in sözü hala kulağımda:
-Bir tek şansınız var.
Bir tek şansımız vardı ve Tanrı bu şansı bize lutfetti.
Bir daha çocuğumuzun olmayacağını biliyordum. Kabullenmiştim de. Ama ne güzel olurdu, bir hatta iki çocuk daha. Bir erkek çocuk, ardından belki de bir kız çocuk. Tam tersi de olsun, bir kız, ardından da bir erkek. Anladım… İki kız daha olsun canım.
Biliyordum ki bir daha şansımız yoktu. Olsun şans bize bir kere gülmüştü ya…
Aradan beş yıl geçti. Şebnem beş yaşında. Periyodlarımda bir aksama var. Doktora gitmeliyim. Okuldaki arkadaşlardan biri fal baktı:
-Ayşe, sizin evde bir bebek gözüküyor.
Şimdi bu söz üzerine bir gebelik testi yapılmaz mı?
Eczaneye gittim ve bir peredictor aldım. Hani şu evde uygulanan hamilelik testlerinden. Sonuç mükemmeldi.
Evetttt, yeniden hamileydim. Sevincimi anlatamam. Sarhoşlar gibi sokaklara çıkıp naralar atmak geliyordu içimden.
Bir gün sonra doktorum Can Bey’e gittim, müjdeyi vermek için. Ancak Can Bey, müjdeme hiç de sevinmedi. Çok kısa bir cümle kurdu:
-Hemen alalım.
Ne demekti bu, ne demek? Benim kabul edeceğim bir şey asla değildi.
Can Bey, bilimsel uzun bir konuşma yaptı. Eşimin genleri ile benim genlerimin uyuşmadığını ve bebeğin büyük bir ihtimalle sakat doğabileceğini uzun uzun anlattı. Kendince beni ikna da etti.
Aslında söyledikleri çok doğru şeylerdi ama benim işime gelmiyordu. Sordum:
-Sakat doğma ihtimali nedir?
-Yüzde elli.
Büyük bir ihtimal. Büyük ihtimal. Ama ya diğer yüzde elli.
Can Bey ısrarlıydı.
-Hemen kürtaj yapalım. Sakat bebekler genelde düşerler ve anneyi perişan ederler. Bak hormonların bozulacak, psikolojin bozulacak, zaten kansızsın iyice kansız kalacaksın. Bütün sistemin arızalanabilir. Lütfen bu gün alalım.
Düşünmeliydim. Düşünmeliydim.
-Yarın, belki yarın, diye cevapladım. Belki yarın.
Düşünmeliydim.
Şimdi pek çok insanın hemen karar vereceği bir durumda niçin ben düşünüyorum, niçin? Cevabını vereceğim dostlar, vereceğim…
Hastaneden çıktım. Arabamla uzun bir gezi yaptım, teypte Sezen’in parçaları, uzun bir Boğaz turu.
Kendi doğumumu düşündüm.
Annem ile babam 1954 yılında evlenmişler. 1955’te Emel ablam dünyaya gelmiş. Altı aylık kısa bir ömürden sonra evrenin meleklerine katılmış.
1956’da İbrahim ağabeyim dünyaya gelmiş. 1958’de Aydın ağabeyim. 1958’in Aralık ayında annem yine hamile.
Mersin’deler. Her sene hamilelik annemin canına yetmiş. Babama:
-Zeki, ben bu çocuğu doğurmak istemiyorum. Git doktor ile konuş, kürtaj yaptıralım, demiş.
Babam mecburen tutmuş hastanenin yolunu. Yolda bir arkadaşı ile karşılaşmış, Fur Osman’la. ( Osman Amca vur diyemez, fur dermiş, onun için lakabı furmuş ). Fur Osman Amca sormuş :
-Zekiciğim, nereye?
Babam anlatmış, durum böyleyken böyle diye. Fur Osman Amcam gülmüş:
-İlahi Zeki, düşündüğün şeye bak. O çocuk bir kere ana rahmine düşmüş, nafakasını Allah verir, bırak doğsun. Bundan sonra dikkat edersiniz.
Bu sözler üzerine babam istikametini eve doğru çevirmiş. Önce anneme:
-Doktoru bulamadım, yalanını söylemiş. Bu şekilde onu birkaç gün daha oyalamak istemiş. Daha sonra da durumu olduğu gibi anlatmış.
Ancak annem kararlıymış. Beni düşürmek için bütün koca karı ilaçlarını denemiş, nafile… Dolu kovaları taşımış, nafile… Merdivenlerden kendini atmış, nafile…
Sonunda korkmaya başlamış. Bu çocuk düşmedi, ya sakat doğarsa diye.
Evet ben, yirmi tırnağım ile tutunmuşum, doğabilmek için.
Sonunda erken doğum gerçekleşmiş. Kimseyi üzmeden, perişan etmeden evde doğmuşum.
Annem der ki:
-Doğum o kadar kolay oldu ki, göbek kesmeyi bilsem, kimseye ihtiyacım olmayacaktı.
Ebe çağırmışlar, işlemler bitirilmiş.
Mersin’de bir adet varmış, doğan çocuk kız ise hemen kulağını delerlermiş; erkekse sünnet ederlermiş. Benim de kulaklarımı delmişler ve beyaz renkli bir ip geçirmişler.
Ancak o kadar zayıfmışım ki ebem:
-Bu çocuk yaşarsa, sokaktaki köpekler insan olur, demiş.
Ama bilmediği bir şey varmış. Benim yirmi tırnağım.
Hayata doğmak için kullandığım bu yirmi tırnağı, yaşamak için kullanamaz mıyım?
Evet sokaktaki köpekler insan olmadı ama ben Allah’a şükür hala yaşıyorum.
Şimdi Fur Osman Amca olmasaydı, ben ne olacaktım. Yirmi tırnağım hayatı yakalamaya yetebilecek miydi? Bana bir şans verilmişti, yaşama şansı.
Şimdi ben, ben, karnımdaki bu yeni dünyaya nasıl bir şans vermezdim ki? Nasıl?
Bana o şans verilmişti, ya ben, ne yapacaktım?
Uzun uzun bütün bunları düşündüm.
Bu yüzyılda, eğitimli bir kadın olan ben hamile kalmıştım. Bu benim suçumdu. Her şeyi bilen ben, bu konuyu atlamıştım.
Can Bey’i aradım:
-Can Bey, kürtaj yaptırmayacağım, bu çocuğa bir şans vermek istiyorum.
-Peki o zaman. Bir iki ay sonra bir test yaparız. Eğer bir sakatlık varsa ortaya çıkar, o zaman müdahale ederiz.
Kafamda şimşekler çakıyordu. Bebek üç, dört aylık olacak ve ben onu bile bile öldüreceğim. Ya bu düpedüz katillik. Şimdi, yani, çocuk sağlıklı doğdu ama bir yıl sonra bir kazada sakatlandı, onu o zaman da öldürebilir miyim? Ya on beş yıl sonra da böyle bir hakka sahip miyim?
Sağlamlar yaşasın, çürükler çöpe. Nasıl bir mantık bu.
Kusura bakmayın arkadaşlar, ben böyle bir günahla yaşayamam.
Evlenirken eşimin akrabalarına bakarım, yedi ceddine. Bir sakatlık var mı diye. Akraba evliliği yapmam. Evlendik diyelim, gerekirse gen testleri yaptırırım. Gerekirse hiç hamile kalmam ama böyle bir günaha asla giremem.
1983’te evlenmiştim ve maalesef o zaman gen testi, mesti yoktu. Şimdi var ve herkese tavsiye ederim.
Üstelik böyle bir olay ile daha yeni karşılaşmıştık. Arkadaşım Biray, bu testi yaptırmış ve doktorlar:
-Çocuk Mongol, teşhisini koymuşlardı.
Biray, bebeği aynı benim düşüncelerimle aldırmadı. Hamileliği bir asır sürdü, diyebilirim. Uzun günler boyunca, uzun dualar yaptı.
Sonunda Bahadır dünyaya geldi.
Şimdi diyeceksiniz ki:
-Bahadır gibi mongol bir bebeği büyütmek kolay mı?
Yanılıyorsunuz. Sizin gibi doktorlar da yanılmıştı. Çünkü Bahadır, süper zeka bir çocuk.
Şimdi Biray, doktorların dediklerine aldansa ve bebeği yok etseydi, Bahadır ve Tanrı ondan bunun hesabını sormaz mıydı?
Doktorlar yanılmıştı ve verdikleri cevap çok basitti:
-Bu test bazen bizi yanıltabiliyor…
Beynim allak bullak.
Can Bey, konuşmaya devam etti:
-Ayşe, bu çocuk sakat ise zaten düşecektir. Rahim, sakat bebeği dışarıya atar. Ama ben seni düşünüyorum. Çok perişan olacaksın.
Olabilir ama bana bir şans verilmişti, ben de bir şans vermeliydim…
Hayatımı rolantiye aldım. Çok dikkatli hareket ediyorum, iyi besleniyorum. Neredeyse günün tamamını beslenerek ve uyuyarak geçiriyorum.
Böyle tam 4,5 ay geçti. Her şey yolunda. Anneme yazlığa gittim. Bana iyi bakacağından emindim. Güzel yemekler yapar, durumumu bildiği için de elimi soğuk sudan sıcak suya sokturmaz.
Yazlık bana iyi gelmedi. Gittiğim gün ufak ufak sancılarım başladı. Hemen Can Bey’i aradım, bir iğne tavsiye etti. Derhal yaptırdım.
O gece, sancılarım arttı. Ve nihayet sancılar beş dakikada bire kadar indi. Sanki doğum yapıyordum. Sabah ezanı okunurken dua ettim:
-Allahım hayırlısı neyse o olsun…
Ezandan sonra derin bir uykuya dalmışım. Kimse beni uyandırmamış. Olanlar da o zaman olmuş zaten.
Sabah uyandığımda hiç sancım yoktu ama yatağım kan gölüne dönmüştü. Bebeği kaybetmiştim.
Herkes üzgün, bir tek ben üzgün değildim. Böyle bir sona hazırdım, her an olabilirdi. Olsun, olsun…
Üzgün değildim, çünkü ben üzerime düşen görevi yapmış ve bebeğe ihtiyacı olan şansı vermiştim…
Eminim Cennet’te bir yerlerde melekler ile oynuyordur…

Zaman Okyanusu, 2004