YAZ / SON GÜN

SON GÜN

Bu gün arkadaşlar arasında konuşurken söz döndü dolaştı “Son gün” e geldi. Herkes son günü olsa neler yapardı, onları anlattı.
E, ben de bir iki şey söylemeliydim. Ama uzun uzun düşündüm, son gün. Ya, cevap vermesi çok zor, bu soruya.
Son günün olsa ne yapardın?
Bir kere niye böyle bir soruya cevap vereyim, neden son günüm olsun ki canım. Ben öyle son günüm olduğunu falan bilmek istemem bir kere. Sizlerden ricam öyle bir bilgi edinirseniz, lütfen bana söylemeyin.
Bu gün 21 Nisan 2003 Pazartesi…
Son gün…
Ya ne kadar korkunç iki kelime bu…
Son günüm olsun istemiyorum ki böyle bir soruya cevap vereyim. Olur mu canım, daha ben Saddam’ın sonunu görmedim, hem 2006’da Amerika’ya meteor düşecek onu da görmeliyim, hani öyle diyor ya Kuran’ın şifresini çözen delikanlı.
Hem Amerika Irak’tan sonra kime saldıracak, Suriye mi, İran mı? Hangisi? Öğrenemezsem çatlarım.
Sonra daha durun bakalım, en kötü ihtimalle bir emekli olayım, emekli ikramiyemi alayım, ilk kez üç aylık maaşımı alayım. Bu kadar parayı nerelere harcayacağımı planlayayım…
Ya yine Saddam’a dönelim. Saddam nerede? Gerçekten Irak’ta mı, yoksa kirişi kırdı mı? Irak’ı kaça, niye sattı?
İstanbul’da büyük deprem bekleniyordu, onu da bir görseydik… Evde o kadar tedbir aldım, bakalım bu tedbirler işe yarayacak mı? Sonra bakalım deprem kaç şiddetinde olacak? 7.2 mi, yoksa 6.9 mu? Ay, ben bunları öğrenemezsem, gözlerim açık gider valla…
Sonra Türkiye’de doların durumu ne olacak, acaba dolar gerçekten çok eskiden olduğu gibi Türk lirası ile eşit hale gelebilecek mi?
Çin dünyaya nasıl yayılacak? Yoksa Yecüc ve Mecüc diye anılan gruplardan biri Çinliler mi?
Bir de Sars var, Sars’a çare bulabilecekler mi? Sars Türkiye’de de yayılacak mı? Bunu aslında fazla da merak etmiyorum, Türkiye’de yayılma meselesini yani. Hani Çernobil patlamıştı da en çok biz etkilenecektik. Bir şeycikler olmadı. Bunda da bir şey olmaz, bizim bağışıklık sistemimiz maşallah çok güçlü, neleri atlatmadık ki biz, atın ölümü arpadan olsun misali…
Kıbrıs meselesi nasıl halledilecek. Yunanistan Enosis’i halledebilecek mi? Yoksa megali ideaları, mini ideal olarak mı kalacak?
Ermeni meselesi var, Ermeniler Türkiye’den ne gibi isteklerde bulunacaklar, yoksa Ermenistan’ı kurabilecekler mi? Bu Ermenistan kimin en çok işine gelecek?
İsrail, vaad edilen topraklarına kavuşabilecek mi? Onların nasıl bir son veya başlangıç bekliyor?
Ha bir de Mesih’i görmek isterim mümkünse? Şöyle benim son günüm olmadan Mesih bir çıkıverse ve televizyonlardan konuşsa da CNN’de naklen bunu yayınlasa. Hatta mümkünse mesih İstanbul’dan çıksa. Biz de gidip onu Ayasofya veya Sultanahmet Cami’nde seyredebilsek, canlı olarak yani.
Yok canım falan demeyin, uçmuyorum, düşünüyorum. Ne güzel olurdu, evde oturup CNN’de bunları naklen izlemek.
Bir düşünün bana hak vereceksiniz. Kim bilir sizin ne düşünceleriniz var, uçuk kaçık. Valla sizi bilmem ama ben hiç bir son gün düşüncesine uçuk kaçık demem. Öyle yazdım, laf olun, torba dolsun misali. Niye uçuk kaçık olsun ki, olsa olsa ufo ile bir gezinti gibi olur.
Yani demek istiyorum ki beni suçlarken isterseniz bir de kendi son gün düşüncelerinizi yoklayın, göreceksiniz ki ufoya binmiş geziyorlar. Benimkiler yanlarında mini ideal gibi kalabilir.
Simdi siz belki de: Olsa bile son günüm, koluna alsa ölüm, gözlerimin önünde seninle geçen günüm, şarkısını söylüyor olabilirsiniz.
Kusura bakmayın, ben öyle romantik falan değilim. Romantizm edebiyatçıların uydurduğu bir izim işte. Romanları çok satsın diye. Hani kız oğlana aşık olur, onun gözlerinin en ufak bir kıpırtısı ile dünyanın en büyük mutluluklarını duyar ve kırlarda koşmaya başlarlar. Yok kalsın ben almayayım. Günlük yaşamda bunlar geçerli değil. Dedim ya ben almayayım, biraz öksürtüyor da…
Ben şimdilerde daha ciddi takılıyorum. Aslında üniversite yıllarımda daha da ciddiydim. Şimdilerde biraz daha hafif meşrep oldum. Her olumsuz şeye: Boş ver, şaka yaptılar, diye gülüp geçebiliyorum.
Ama merak ediyorum işte kardeşim, merak. Yani Saddam…
Neyse sözü kısa kesmek lazım, laf uzadıkça uzadı…
Ben son gün hayalleri kurmak istemiyorum. Mümkünse kendi halimde hayatıma devam etmek istiyorum. Saddam, mesih, ufolar.
Ya bir de unuttuk, şu uzaylıları da dünya gözü ile bir görebilseydik. Bize gelselerdi mesela, ıslak kek yemek için. Çocuklarını sevseydik. Gezegenlerinin isimlerini öğrenseydik. Hatta bizden birkaç şarkıcı da gidip onların gezegenlerinde konser verseydi, evrene açılmak babından…
Gülmeyin, hanginiz uzaylıları merak etmiyor ki? Hanginiz? Herkeste bir uzay merakı. Yok mu? Var, hem de ne biçim. Ben de biraz daha fazla olabilir. Ama kötü mü olurdu, hani dünya gözü ile o yeşil yaratıkları görmek, aynı lokantada yemek yemek, hatta mümkünse ufolarıyla şöyle bir kısa uzay turu.
Yoksa uzaylılar filmlerde olduğu gibi gerçekten bizi yok etmeye mi gelecekler? Yoksa ben bir uzaylıya yemek mi olacağım?
Halley kuyruklu yıldızı bir kere daha gelseydi de görseydik. Bakalım bu sefer dünyaya ne kadar yakından geçecek? Yoksa bizi ikiye mi bölecek?
Arabalarımızda benzin yerine başka bir yakıt kullanacağımız zamanları da görseydik diyorum…
Bir de şu televolelere çıkan ünlülerin sonlarını görebilseydim. Merak ediyorum, bu kadar tantanalı hayatın sonu nereye varacak. Başarılı olabilecekler mi? Yoksa ne olacak?
Ya bir de Vedat Özdemiroğlu’nun Mithat 1’ini de görebilseydim. Mithat 1, kim diye sormayın sakın, çok ayıp. Peki sordunuz, Mithat 1, ilk kopya Türk. Mithat 1’i görmek ilginç olurdu değil mi? Sonra Mithat 1 biraz büyüseydi, kurban olarak Dolly’i kesseydi, hatta televole kızlarıyla Laila’da yakalansaydı. Ne güzel olurdu, ne güzel…
Yaşlandığımda nasıl bir nine olacağım, nemrut mu, yoksa tonton mu? Merak ediyorum işte… Tonton olayım, mümkünse…

Yaşlandığımda da bir şeyler karalayabilecek miyim? Yoksa yaşandı bitti misali mi olacak her şey?

İşte ben bütün bunları görmek istiyorum. Son günüm falan olmasın. Bunları göreyim, gönül hoşluğu ile dünya değiştirebilirim. Ama göreyim, mümkünse tabii…

Zaman Okyanusu, 2004