Ans/o/ OTUZBİR MART OLAYI

OTUZBİR MART OLAYI (13 NİSAN 1909)

İstanbul’da 13 Nisan 1909’da baş gösteren ayaklanma olayı.

Hazırlanışı, teşvik ve tertipçileri kesinlikle aydınlanmamıştır. Osmanlı tarihinde görülen daha önceki ayaklanmaların tersine, asi askerler saraya ve devrin padişahı II. Abdülhamid’e karşı olmadıkları halde olayın akışı sonunda, fırsatı değerlendiren II. Abdülhamid’e karşı olanlar, onun saltanattan ayrılmasını sağlamışlardır. Ayaklanma, Rumi 31 Mart günü patlak vermiş ve günün tarihi ile anılmıştır.

II. Abdülhamid’in meşruti rejime sadakatinden şüphe edenler ve onun kitle üzerinde hala devam eden nüfuzu ile ilk fırsatta eski rejime döneceği kanaatini besleyenler de tahttan indirilmesini gerekli görüyorlar, bu yolda sözle ve basınla durmadan propaganda yapıyorlardı. 24 Temmuz (10 Temmuz) 1908 günü ilan edilen Meşrutiyet’in getirdiği serbestlik, bu çatışmaları kızıştırmak için iyi bir ortam da hazırlamıştır. Hele seçimler yapılıp Meclis açıldıktan sonra mücadele daha da sertleşti ve gerginleşti. İttihad ve Terakki’ye muhalif olanların başında, Prens Sabahaddin Beyin başkanlığında bulunduğu Ahrar Partisi geliyordu. Bu parti ile 2 Eylül 1903’de kurulan Uhuvyet-i Arabiyye-i Osmaniyye Cemiyeti başlangıçta İttihad ve Terakki’yi desteklerken, sonra muhalefete geçmişlerdi. Bunların yanında Arnavut Başkım Kulübü, Ermeni Taşnaksutyan, Fedakaran-ı Millet, Kürt Teayün Kulübü, Rum Cemiyet-i Siyasiyyesi, Osmanlı İtidal Fırkası gibi kulüp, cemiyet ve fırka adı altında faaliyete geçen siyasi kuruluşlar da vardı. Bunlar bir yandan hükumetle, İttihad ve Terakki ile uğraşırken, bir yandan da temsil ettikleri toplulukların milli istiklal ve devletlerini kurmak için en büyük engel olarak gördükleri II. Abdülhamid’in düşürülmesi yolunda, devlet başkanlığını tahkire kadar giden aşırı yayınlarda bulunuyorlardı.

İttihad ve Terakki ise Sultan II. Abdülhamid’e karşı kararsız bir tutum içindeydi. Bunun bir sonucu olarak da, Cemiyetin yayın organları olan "Tanin" ve "Şura-yı Ümmet" gazeteleri padişaha ağır ithamlı yayınlar yapabiliyordu. Mevlanzade Rifat’ın Ali Kemal’in başında bulunduğu "İkdam" ise hücumların en ağırlarını yapmakta sakınca görmüyordu. Genellikle Batı yayınlarından ilham alan bu cemiyet yayın organları dışında kalan ve muhafazakar çevreyi temsil eden softalar, mollalar ve dersiam efendiler de kendi aralarında teşkilatlanmışlardı. Dersiam Tokatlı Mustafa Sabri’nin başkanlık ettiği Cemiyet-i İttihadiye-i İlmiye, Fedakaran-ı Millet Cemiyeti yanında, Kıbnslı Derviş Vahdeti ile Bediüzzaman Said-i Nursi’nin geliştirdiği İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve onun yayın organı olan "Volkan" Gazetesi ise şeriat ve din temalarına dayalı olarak yaptığı yayınlarla dindar zümreleri, askerleri heyecana getirmekte idi.

Basında ve siyasi ortamda bu karışıklık gittikçe şiddetlenerek devam ederken İttihad ve Terakki’nin telkiniyle hükumetlerin aldığı ve sosyal hayatı etkileyen kararlar da olayın çıkmasında rol oynamıştır. Bunların başında geçen dönemin ileri gelenlerinin tasfiyesindeki aşırılıklar yer alır. Saray’a mensup 390 yaverden 360’ının tasfiyesi buna örnek olarak gösterilebilir. Kazanılan hakların indirilişinde gösterilen aşırılıklar, hele alaydan yetişmiş subayların açığa alınmaları büyük hoşnutsuzluklara yol açmıştı. Bunların yanında 5 Ekimde Bulgaristan prensi ve Doğu Rumeli umumi valisi Prens Ferdinand’ın Tırnova’da Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, 6 Ekim günü Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun Bosna ve Hersek eyaletini ilhak ettiğini bildirmesi, 12 Ekimde de Girit halkının Yunanistan’la birleştiklerini duyurmaları, 6 Kasımda ise Adakale’nin Avusturya askerlerince işgal edilmesi gibi birbiri üstüne gelen olaylar, halk efkarını sarsmıştı. Hükumetin bunlar karşısında protestolarla yetinmesi, İttihad ve Terakki’nin ise bir dizi mitinglerden fazla bir şey göstermemiş olması, halk arasında İttihad ve Terakki’nin ve mensuplarının vatan haini oldukları propagandasına yol açmış oldu.

Ardından Meşrutiyet’i korumak için Rumeli’den getirilen Avcı taburlarının geriye gönderileceği haberi yayıldı. Bunu da II. Abdülhamid’in tahttan indirileceği söylentileri izledi. Kamil Paşa buhranı savsaklayarak geçirmek istedi fakat Nazım Paşa’nın Harbiye nazırlığına tayininde padişahın ikazına rağmen ısrar etti. Bunun üzerine Meclis, Kamil Paşa’ya güvensizliğini belirtince kabine de düşmüş oldu. Hükumeti Hüseyin Hilmi Paşa kurdu.

6 Nisanda "Serbesti" başyazarı Hasan Fehmi’nin Köprübaşı’nda öldürülmesi, havayı iyice gerginleştirmiş ve büyük gösterilere yol açmıştı. Bu karışık ortamda Hamdi Çavuş, bölük emini Mehmed ve Kamacı Arif adındaki kişiler, kendilerine bağladıkları askerlerle 13 Nisan Salı gecesi önce kışladaki subaylarını tevkif ettikten sonra öteki kışlalardaki askerleri de kendilerine katmışlar ve gece yarısından itibaren "Şeriat isteriz" sesleriyle Ayasofya’da Meclis-i Mebusan önünde toplanarak havaya silah atıp gösteriye başlamışlardı. Bunlar ahaliye, "Şeriat isteyenler meydana toplansın, istemeyenler dışarıda kalsın" diyerek halkı da kendilerine uydurmaya kalkıştılar.

Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa olayı Zabtiye nazırı Sami Paşa’dan öğrenmiş ve o sabah saat 12’ye doğru durumu II. Abdülhamid’e bildirmişti. Ayaklanan askere karşı padişah ve Hüseyin Hilmi Paşa hükumeti kuvvetli bir tedbir almış değillerdi. İşin kan dökülmeden bastırılması cihetine gitmişlerdi. Asiler, sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’yı, Meclis Başkanı Ahmed Rıza Bey’i istemiyorlardı, İttihad ve Terakki mensuplarının sürgün edilmelerini, alaydan yetişme subayların tekrar orduya alınmalarını teklif ediyorlardı. Bu karışıklık sırasında da Meclis’e gelen Adliye nazırı Nazım Paşa ve milletvekillerinden Emir Şekib Arslan yanlışlıkla vurulmuş, Asar-ı Tevfik süvarisi Ali Kabuli Bey de asi asker tarafından yakalanarak önce Yıldız Sarayı’na götürülmüş, sonra padişahın emri üzerine karakola teslim edilmek üzereyken asiler tarafından linç edilmişti. Ayrıca İttihad ve Terakki merkezi, yayın organları olan "Şura-ı Ümmet" ve"Tanin" gazeteleri idarehaneleri de tahrip edilmişti. Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadaretten istifası üzerine görevi yüklenen Tevfik Paşa kabinesi ise Anadolu ve Rumeli’deki İttihad ve Terakki kulüplerince protesto edilerek tanınmamıştı.

İttihadçı milletvekilleri birer kenarda saklanmışlar, Meclis üyeleri ise çoğunluk olmadığı halde 80 oyla Rifat Bey’i başkanlığa seçmişti. III. Ordu müfettişi Mahmud Şevket Paşa başkanlığında yapılan bir toplantı sonunda, İstanbul’a güvenliği sağlayacak bir kuvvetin sevk edilmesi kararı alınmıştı. Hüseyin Hüsnü Paşa öncülüğünde sevk edilen bu kuvvetlere daha sonra "Hareket Ordusu" adı verilmiştir. Edirne’deki II. Ordu’nun da katılmasıyla İstanbul önüne Ayastefanos’a ulaşan Hareket Ordusu ile İstanbul’u elinde tutan asilerin çarpışmaması için II. Abdülhamid, kesin tavır takınarak Hareket Ordusu’nun şehre girmesini ve kışlalar ile şehri kontrol altına almasını mümkün kılmıştı. Gerçi Taşkışla, Harbiye ve Selimiye gibi kışlalarda ufak-tefek çatışmalar olmuşsa da düzen kolaylıkla sağlanmış ve asi askerler tecrid edilerek mesele askeri yönden kapanmıştı.

Siyasi yönden ise, Hareket Ordusu’nun himayesinde Yeşilköy’de toplanan Ayan ve mebuslar Yat Kulüp’te Meclis-i Umumi-i Milli halinde Ayan reisi Said Paşa’nın başkanlığında toplanmışlardı. Meclisin, olay ve II. Abdülhamid üzerinde vardığı genel kanaat Meşrutiyet rejiminin sürdürülebilmesi için padişahın hal’i merkezinde oldu. Meclis’in Ayasofya’daki binasında 34 Ayan ve 240 milletvekili ile 27 Nisan günü yaptığı ortak toplantıda oy birliği ile II. Abdülhamid’in hal’ine karar verildi. Olayın teşvikçilerinden olan ve ayaklama günü deniz kuvvetlerini de buna katılmaya bizzat tahrik eden Prens Sabahaddin ise, annesi Seniha Sultan’ın yeni hükümdara yaptığı müracaat üzerine bir daha İttihad ve Terakki ile çatışmamaya söz vermek suretiyle tutuklu bulunduğu Harbiye Nezaretindeki odasından serbest bırakılmıştır. Yapılan askeri mahkeme sonucunda olayın elebaşıları idam edilmişlerdir.