TT (SM2)

HAYAT TARZI

Eğlence hayatı: Kaynaklar Anadolu’da eğlence hayatının oldukça renkli olduğunu ifade eder. Memluk Sultanı Baybars’ın Moğol ordusunu bozgunu uğrattıktan sonra 20 Nisan 1277’de Kayseri’ye gelince Keykubadiye Sarayında büyük bir eğlence düzenlemişti. Ancak Sultan onların eğlencede aşırı gittiklerini görüp hanende ve sazendeleri icra-yi sanat etmeden huzurundan kovmuştu. Eğlence merasimleri daha çok hanlarda düzenlenirdi. Kadın müzisyen ve sanatkarlar gayri müslimler arasından seçilirdi. Meyhaneler de müzikli eğlenceler düzenleniyordu. Hokkabazlar da yanan ateşe kendilerini atmak, kızgın demiri ağızlarına almak, kamçıdan kan akıtmak, merkep yavrusuna binmek gibi çeşitli gösteriler yapıyorlardı. Sünnet düğünleri de günlerce sürerdi. O dönemde oynanan oyunlar arasında satranç ve tavla önemli bir yer işgal ederdi.
Ev hayatı: Anadolu evleri sofa, odalar ve mutfaktan oluşuyordu. Ev eşyası olarak halı, yaygı, perde, battaniyeden bahsedilir. Isınma aracı olarak tandır ve mangal, aydınlanma aracı olarak da şamdan, kandil, çırağ ve mum vardı. Mum, zengin evlerinde, çırağ ise fakir evlerinde kullanılırdı. Zengin evlerinde hizmetçiler, maiyyet ve harem ağları vardı. Köleler azat edilirse kendilerine bunu gösteren bir belge verilirdi.
Kılık-kıyafet-süslenme: Anadolu Selçukluları döneminde yaygın erkek kıyafetleri elbise, başlık ve ayakkabıdir. Erkek elbiseleri hasır elbiseleri, siyah ipekten yapılmış elbise, çuha ve kemhadan yapılan elbiseler olarak zikredilebilir. Ayrıca kurt ve tilki postları, şalvar ve gömlek, hırka ve sarık, çizme ve ayakkabı da giyiliyordu.
Kadınlar ise çarsaf, kürk, ibrişim, başörtü ve peçe giyerlerdi. Uzun bıyık ve uzun sakaldan hoşlanılmazdı. Koku malzemesi olarak misk ve amber, makyaj malzemesi olarak da sürme kullanılırdı.
Besin maddeleri: Türk mutfağı o dönemde de oldukça zengindi. Yemek sırasında sofrada sahan, kase, sini, testi bulunurdu. Yemek bir kaptan kaşıkla yeniyordu. En yaygın yemekler tirit ve ateşte çevrilen etlerdi. Keklik, bıldırcın, çulluk ve toy gibi av hayvanlarının etleri de revaçtaydı. Ayrıca etli pilav, biberli pilav ve pastırma yenilen yemek türleriydi. Havuç, şalgam, turşu, meyve olarak elma, incir, kayısı, kavun ve üzüm yenirdi. En sevilen tatlı çeşidi helva idi.
Tedavi şekilleri: Selçuklular zamanında sağlığın başı temizlik olarak düşünüldüğü için her şehirde çok sayıda hamam vardı. Hastalıkların tedavisi için halk hekim ve şeyhlere müracaat ederdi. Menakibül-ârifin’den Mevlevîlerin çeşitli hastalıkları el teması ve okuyup üfleyerek tedavi ettikleri anlatılmaktadır. Yine Eflakî’ye göre Mevlana bir şahsın parçalanan ayak parmaklarını eliyle dokunmak, okuyup üflemek suretiyle tedavi etmiştir. O dönemde halkın karşılaştığı en yaygın hastalık sıtma idi. Hem hekimler, hem de şeyhler tarafından tedavi cihetine gidilirdi. Mevlana bazı hastaları özellikle psikolojik rahatsızlıkları olanları telkin yoluyla da tedavi etmiştir.
Devrin hekimleri teşhis ve tedavi yanında ilaçların hazırlanmasına da nezaret ederlerdi. Nitekim Tabib Ekmelüddin Sultan IV. Kılıç Arslan’ın isteği üzerine panzehir imal etmiştir.

TİCARİ VE EKONOMİK HAYAT

Anadolu ticari faaliyetler için uygun bir konumda bulunuyordu. Konya’nın başşehir olmasından sonra ticari hayat daha zenginleşmiş ve canlılık kazanmıştı. Anadolu’dan geçen Tebriz-Trabzon ve Tebriz-İstanbul yoluyla doğuyu batıya bağlayan bu yollar Anadolu’nun iktisadi hayatında önemli rol oynuyordu. Ege ile de ancak Konya üzerinden bağlantı kuruluyordu.
Ayrıca kuzey-güney istikametinde uzanan Sinop-Antalya/Alaiyye, Samsun-Ayas, Trabzon-el-Cezire-Suriye yollarıyla, Güney doğudan İstanbul’a uzanan ve Halep-Kayseri- Ankara-İstanbul, Halep-Kayseri-Konya-İstanbul yolları Anadolu’daki ticari hayata canlılık kazandırıyordu.
İslam dünyasında askeri ve içtimai gayelerle kurulan ribatların bir devamı mahiyetinde, kervanların her çeşit ihtiyaçlarını karşılayacak teşkilata sahip olan ve uzaktan adeta bir kale manzarası arzeden kervansaraylar İslam aleminin başka bir yerinde emsaline rastlanmayacak bir kıymete sahiptir. Selçuklu sultanlarıyla ileri gelen devlet adamları tarafından ticaret yolları üzerinde yaklaşık 30-40 km.lik aralıklarla yaptırılan bu kervansaraylar tarihi yolların önemini gösteren canlı vesikalardır.
II. Kılıç Arslan, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, I. İzzeddin Keykavus ve I. Alaeddin Keykubad gibi ticari ve iktisadi hayatı canlandırmaya itina gösteren Selçuklu sultanları ticaret yollarında emniyeti sağlamak gayesiyle kervansaraylar yaptırdılar. Sinop ve Antalya gibi iki büyük limanda ticari faaliyetleri kolaylaştırmak ve geliştirmek amacıyla bu şehirlere zengin tüccarlar yerleştirdiler, onlara ihtiyaç duydukları her türlü desteği sağladılar. Türkiye’ye gelen yabancı tüccarların uğradıkları zararları tazmin ettiler, gümrük vergilerini asgari seviyeye indirdiler. Bu durum dünya ticaret tarihinde çok önemli bir yer işgal eder. Ortaçağda zengin ticari mallarla yola çıkan kervanlar çapulcu ve soyguncuların saldırılarından emin olmadıkça buna teşebbüs etmekten çekinirlerdi. İşte Anadolu Selçuklu kervansarayları böyle bir endişe ve ihtiyaçtan doğmuştur. En önemli kervansaraylar Anadolu’yu doğu-batı ve kuzey-güney istikametinde geçen iki büyük uluslararası ticaret yolu üzerinde bulunmaktadır.
II. Kılıç Arslan zamanındaki siyasi gelişmelere paralel olarak ticari faaliyetler de artmış ve büyük kervansaraylar inşa edilmişti. Kervansaray yaptıran ilk Selçuklu sultanı II. Kılıç Arslan’dır. Sultan, Aksaray’da büyük binalar, saray ve medreseler yaptırdığı gibi ilk kervansarayı da Aksaray yakınlarında yaptırmıştır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev zayıf bir şahsiyet olmasına rağmen onun zamanında da kervansarayların yapımına devam edilmiştir. Kervansarayların, yol emniyetinin sağlanması dışında hedef edindiği ikinci gaye ise kafilelerin konakladıkları yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmekti. Kervansaraylar içinde yatakhane, aşevi, erzak ambarları, ticari eşyanın konulduğu depolar, ahır ve samanlıklar, mescidler, hamamlar, şadırvanlar, eczaneler, ayakkabı tamir atölyeleri ve nalbantlar vb. vardı. Kervansarayların masraflarını karşılamak üzere vakıflar tahsis edilmişti. Burada konaklayan misafirler zengin-fakir demeden her türlü ihtiyaçlarını ücretsiz olarak karşılayabiliyorlardı.
Şehir ve kasabalarda ticari kafilelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrıca hanlar yapılmıştı. Bunlar özel olarak inşa edilmiş ücretli yerlerdi. Şehirlerde ticari açıdan sahip oldukları öneme paralel olarak hanlar kurulmuştu. Mesela o devrin önemli şehirlerinden Sivas’ta 24 han vardı.
Kervansaraylar bulundukları yerlerde pazar haline geliyor ve o yörenin iktisadi bakımdan gelişmesini sağlıyordu. Anadolu Selçukluları döneminde yaklaşık 134 kervansaray inşa edildiği bilinmektedir.

SELÇUKLULAR ZAMANINDA ANADOLU’DA YAPILAN BAŞLICA KERVANSARAYLAR:
Ağlasun Hanı (Antalya-Isparta yolunda), Akbaş Hanı (Aksaray-Konya yolunda), Akhan (Aksaray-Konya), Akhan (Eğridir-Denizli), Alara Hanı (Antalya-Alanya), Alay Hanı (Kayseri-Aksaray), Altunapa Hanı (Sinop-Ankara), Bardakçı Hanı (Çay-Seyitgazi), Borhanı (Ürgüp-Ereğli), Böğet (Ankara-Konya), Burma Han (Seydişehir-Alanya), Caca Beg Hanı (Kırşehir-Aksaray), Çakallı Hanı (Samsun-Amasya), Çamalak Hanı (Zile-Kırşehir), Çardak Hanı (Eğridir-Denizli), Çavlı Hanı (Besni-Kayseri), Çekerek suyu Hanı (Zile-Kırşehir), Çınçınlı Sultan Hanı (Tokat-Sivas), Dazya Hanı (Amasya-Tokat), Deve Hanı (Seyitgazi), Dibli han (Harput-Divriği), Dokuzun Hanı (Konya-Çay), Dolay Hanı (Ürgüp-Ereğli), Ebü’l-Hasan Hanı (Seydişehir-Alanya), Ebu’l-Kasım Hanı (Niksar), Ebü’l-Mücahid Yusuf Hanı (Çay), Eğret Hanı (Çay-Kütahya), Elikesik Hanı (Konya-Eğridir), Ertokuş Hanı (Konya-Eğridir), Ashab-ı Kehf Hanı (Besni-Kayseri), Evdir Hanı (Antakya-Isparta), Ezine pazar Hanı (Amasya-Tokat),
Caferyat Hanı (Konya-Karaman), Gedik Hanı (Sivas-Kayseri), Gıyaseddin Keyhüsrev Hanı ( Eğridir), Gülüçağaç Hanı (Sinop-Ankara), Gölbaşı Hanı (Diyarbakır-Malatya), Hacı Hafiz Hanı (Konya-Çay), Kadınhanı (Konya-Çay), Kağı Hanı (Sivas-Kayseri), Kemaleddin Hanı (Besni-Kayseri), Kemaleddin Hanı (Doğanşehir-Adıyaman), Kamerreddin Hanı (Konya-Toroslar), Kara Sungur Hanı (Denizli), Kara Sungur Hanı (Denizli), Karatay Hanı (Malatya-Kayseri), Kangı Hanı (Seydişehir-Antakya), Katrancı Hanı (Aksaray-Konya), Kavak Hanı (Konya-Eğridir), Kervansaray (Zile-Kırşehir), Kılıç Arslan Hanı (Aksaray), Kırkgöz Hanı (Antalya-Isparta), Kızılören Hanı (Kırşehir-Ankara), Köprüköyü Hanı (Antalya-Alanya), Kuru han (Besni-Kayseri), Kuruçeşme Hanı (Konya-Beyşehir), Lala Kervansarayı (Sivas-Kayseri), Latif Hanı (Sivas-Kayseri), Mahperi Hatun Hanı (Amasya-Tokat), Makit Hanı (Elazığ), Mama Hatun Kervansarayı (Erzurum-Sivas), Muhliseddin Hanı (Zile), Obruk Hanı (Aksaray-Konya), Ortapayam Hanı (Seydişehir-Alanya), Önesin Hanı (Kayseri-Aksaray), Pamukçu Hanı (Konya-Seydişehir), Paşa Hanı (Tokat-Sivas), Pazarhanı (Antakya-Denizli), Pazarcık Hanı (Alanya-Anamur), Pervane Hanı (Kayseri-Aksaray), Pervane Süleyman Hanı (Boyabat-Vezirköprü), Pınarbaşı Hanı (Eğridir-Denizli), Ruzapa (Rüzbe) Hanı (Konya-Çay), Sadeddin Köpek Hanı (Aksaray-Konya), Sahibata Hanı (Konya-Çay), Sahibata Hanı (Konya-Çay), Sarıhan (Kayseri-Aksaray), Sarıhan (Malatya-Kayseri), Sarıhan (Niğde), Sardavul Hanı (Karaman-Silifke), Selçuk Hanı (Sinop-Ankara), Selçukhanı (Malatya-Sivas), Seyfeddin Ferruh Hanı (Konya-Seydişehir), Sıraçakıl Hanı (Aksaray-Ereğli), Silinti Hanı (Alanya-Anamur), Suluhan (Kozan-Feke), Sultan Hanı (Aksaray-Konya), Sultan Hanı (Sivas-Kayseri), Sultan Hanı (Konya-Toroslar), Susuz Hanı (Antalya-Isparta), Sünnetli Hanı (Kayseri-Aksaray), Sahruhköprülü Hanı (Sivas-Kayseri), Savepsa Hanı (Antalya-Alanya), Taktoba Hanı (Tokat-Sivas), Tecer Hanı (Malatya-Sivas), Tol Hanı (Seydişehir-Alanya), Yeni Han (Yıldızeli/Tokat-Sivas), Yeniceköy Hanı (Çay-Kütahya), Yunuslar Hanı (Konya-Beyşehir), Zalmanda Hanı (Ankara-Konya), Zıvanık Hanı (Ankara-Konya), Zilli Han (Besni-Kayseri) ve Zincirli Hanı (Aksaray-Konya).

TARIM ÜRÜNLERİ
Akdeniz, Orta Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri Anadolu Selçukluları’nın tarımsal üretiminde önemli bir yer işgal ediyordu. Özellikle buğday aynı zamanda ülkenin başta gelen ihraç ürünleri arasında yer alıyordu. XIII. ve XIV. yüzyılda Sivas hububat üretiminde ilk sıraları işgal ediyordu.
Bu dönemde Anadolu’da Denizli civarında iyi cins pamuk, bazı yörelerde de pirinç üretimi yapılırdı. Ayrıca şeker kamışından elde edilen şekerin de ihraç malları arasında yer aldığı söyleniyorsa da bu hususu teyit edecek yeterli bilgi yoktur.
Seyyahların verdiği bilgilerden Anadolu’da kayısı, badem, erik, şeftali, armut, portakal, limon ve üzüm gibi meyvelerin yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Konya ve Antalya yöresinde üretilen kayısı kurutulduktan sonra çeşitli İslâm ülkelerine satılırdı.
Anadolu’da hayvancılık da oldukça yaygındı. At kıymetli bir ihraç malı idi. Fakat sığır, koyun ve keçi daha yaygın olarak yetiştirilirdi ve hemen herkesin sağmal bir hayvanı vardı. Bu hayvanlar da çeşitli ülkelere canlı olarak ihraç edildiği gibi deri, yün ve tiftikleri de işlenerek veya hammadde olarak da satılırdı.

MADENLER
Anadolu Selçukluları zamanında çıkarılan başlıca madenler, demir, bakır, gümüş, şap, kayatuzu, lacivert taşı ve boraks idi. Bakır Ergani’de, Kastamonu’da ve Erzincan yöresinde, demir az da olsa Divriği ve Toroslar’da; Ulukışla, Gümüşhane, Amasya Gümüşhacıköy ve Kütahya Gümüşsar’da ise gümüş yatakları vardı. Bu yataklar Anadolu’nun Moğol istilasına maruz kalmasından sonra da işletilmeye devam etmiştir. İhraç malları arasında yer alan kayatuzu da Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki sekiz tuzlada üretiliyordu. Lacivert taşı ise Konya civarında çıkarılıyordu.

SANAYİ ÜRÜNLERİ
Dokuma, halı ve kilim Anadolu’daki sanayi ürünleri arasında ilk sırayı işgal eder. Dünyanın en gözde halıları Anadolu’da dokunurdu. Hem Marco Polo hem de İbn Battuta burada dokunan halı ve kilimlerden övgüyle söz ederler. Konya, Aksaray, Sivas, Erzurum ve Uşak başlıca halı dokuma tezgahlarının bulunduğu şehirlerdi.
Pamuk, yün, tiftik ve pamuktan üretilen kumaşlar da çeşitli ülkelere ihraç ediliyordu. Erzincan, Muş, Mardin, Maraş, Karaman, Ankara, Sivas, Diyarbakır, Kastamonu, Konya, Kırşehir ve Malatya çeşitli cins kumaşların üretildiği merkezlerdi. Dericilik de çok sayıda sığır ve koyunun yetiştirildiği Anadolu’da önemli bir sanayi dalını teşkil ediyordu.
Erzurum, Sivas ve Antalya gibi merkezlerde çeşitli silahlar ve savaş makineleri imal ediliyordu.
Erzincan özellikle bakır ev eşyası imalatında ilk sırayı işgal ediyordu. Altın ve gümüş zinet eşyaları Konya ve Alaiye’de yapılıyordu.

TİCARET
Anadolu Selçuklu sultanları ticaretin ülkenin iktisadi hayatında ne derece önemli rol oynadıklarını idrak ettikleri için hem iç, hem de dış ticaretin gelişmesi için gereken ortamı hazırlamış, yollarda emniyeti, şehirlerde ve pazar yerlerinde asayiş ve huzuru sağlamışlardır.
Başlangıçta mübadele yoluyla yapılan ticari faaliyetlerde zamanla para kullanılmaya başlanmıştır. Şehir dışında kurulan pazarlar yerleşik hayat sürenlerle, köylüler ve göçebeler arasında ticaret mallarının karşılıklı olarak mübadele edildiği yerlerdi. Şehirlerin gelişmesiyle çarşılar, pazarlar ve hanlar iç ticaretin canlandığı yerler oldu. Hem yerli hem de yabancı tüccarlar buralarda alışveriş yapıyorlardı. Pazarlardan alınan vergiden başka şehre getirilen ve dışarı çıkarılan her çeşit eşyadan vergi alınıyordu. İlhanlılar zamanında tamga adı verilen bu vergi şahneler tarafından tahsil edilirdi.
Esnaf ve zenaat erbabı XIII. yüzyılda ahilik adı verilen bir teşkilatın bünyesinde toplanmışlardı. Bu teşkilat şehirlerde ekonomik, siyasi ve ahlaki kuralları tanzim ettikleri gibi siyasi buhran ve sıkıntıların giderilmesinde de önemli hizmetleri ifa ediyorlardı.
Anadolu’da Ahilik teşkilatının kurucusu olarak kabul edilen Ahi Evran (Şeyh Nasîrüddin Mahmud, ö.l262) I. Alaeddin Keykubad’ın destek ve yardımıyla İslami tasavvufi düşünceye bağlı kalarak şeyh-mürid, usta-çırak münasebetlerini tanzim etmiş ve buna bağlı olarak iktisadi hayatı düzenlemiştir. Büyük bir süratle yayılan bu teşkilatın mensupları sadece şehirlerde değil aynı zamanda köyler ve uç boylarında da büyük nüfuz kazanmışlardır. Özellikle XIII. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı sıralarda siyasi ve askeri güçlerini kullanarak önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Anadolu Selçukluları zamanında Ahiler çeşitli mesleklere ait problemleri halletmekte ve onların devlet ile olan münasebetlerini düzenlemekteydiler. Çarşı ve pazarlarda satılan malların hem kalite, hem de fiyat yönünden kontrolü Ahilik teşkilatının başlıca görevleri idi. Çok geniş bir alanda faaliyet gösteren Ahilik pek çok devlet adamı, tarikat mensupları ve alimleri bünyesinde toplamış, XIV. yüzyıldan itibaren de organize esnaf birlikleri halini alarak iktisadi sahadaki faaliyetleri ön plana çıkarmıştır.
XII. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşen Türkmenler hem kendi aralarında hem de Rumlar ve Ermenilerle dahilde alışverişte bulunuyorlardı. Başlangıçta mal değişimi (mübadele) ile başlayan bu ticari faaliyetler Selçuklu parasının tedavüle girmesiyle alışverişte para kullanılmıştır Anadolu’nun XII. yüzyıldaki durumundan bahseden kaynaklar ülkeyi harap olarak tanıtırken XIII. yüzyılda bölgeyi gezen seyyahlar Anadolu’yu zengin ve müreffeh bir ülke olarak tasvir ederler. İlk zamanlar şehir dışında bir yerde kurulan pazarlar şehirli, köylü ve göçebe Türkmenlerin ihtiyaçlarını karşılamaya kafi geliyordu. Şehirler gelişince hanlar kurulmuş, çarşı ve pazarların sayısı artmıştır. XIII. yüzyılda şehirler arası ticaret başlamıştır.
Selçuklu sultanları dış ticaretin gelişmesine de büyük önem veriyorlardı. Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1207’de Antalya’yı feth ederek burayı önemli bir ihracat ve ithalat limanı haline getirdi. I. Alaeddin Keykubad da 1221 yılında Kalonoros’u fethederek ismini Alaiyye olarak değiştirdi. Anadolu’da huzur ve istikrar sağlandıktan sonra Avrupalı tüccarlar doğunun ticari mallarını Mısır yerine Anadolu’dan temin etmeye başladılar. Böylece Anadolu hem Avrupa hem de doğudaki İslam ülkeleri için önemli bir ticari potansiyele sahip oldu. Antalya’nın fethiyle Akdeniz ticaretinde de Türkler önemli pay aldılar. Kıbrıs ve Venediklilerle ticari anlaşmalar imzalandı. Kıbrıs Kralı Hugues ile I. İzzeddin Keykavus arasında ticaret antlaşmaları yapılmıştır. Buna göre Selçuklu tüccarları Kıbrıs’ta serbest olarak ticari faaliyette bulunabilecekleri gibi Kıbrıslı tüccarlar da Anadolu’da karşılıklı olarak gümrük vergilerini ödemek suretiyle ticaret serbestliğine sahip olacaklardı. Anadolu’dan sap, yün, ipek, ipekli kumaşlar, pamuk, halı, kilim, deri, sabun, şarktan getirilen baharat ve diğer ticari mallar ihraç ediliyordu. Avrupali tüccarlar Kıbrıs’ı bir ticari üs olarak kullanıyordu. Onların getirdikleri malların bir bölümü Türk tüccarlar tarafindan ithal edilirdi.
I. Alaeddin Keykubad’ın 1220 yılında Venediklilerle daha önce yapılmış olan anlaşmayı teyid eden bir anlaşma imzalaması onun ticarete verdiği önemi göstermektedir. Anlaşma ile Venedik’te ve onların hakimiyetindeki başka yerlerde yaşayan tüccarlar Selçuklu topraklarında rahat bir şekilde ticaret yapabileceklerdi. Aynı şekilde Selçuklu tebeası da Venedikliler’in egemenliği altındaki yerlerde serbestçe ticari faaliyette bulunabileceklerdi.
XIII. yüzyılda Selçuklular ile Memlukler arasında ticari münasebetler başlamıştır. Özellikle gemi yapımında kullanılan kereste ticareti yaygındı. İki ülke arasında nakliye işleri Cenevizliler ile Venedikliler tarafindan yapılıyordu. 1289’da bir Ceneviz gemisinin seker, keten ve biber yüküyle İskenderiye’den Alaiyye’ye geldiği bilinmektedir.
I. İzzeddin Keykavus’un 1214’te Sinop’u fethetmesiyle Karadeniz ticareti de canlılık kazandı. Sinop hem kuzey-güney, hem de doğu-batı ticareti açısından önemli bir liman şehri idi. Bunun idraki içinde olan Sultan I. İzzeddin Keykavus şehirde yoğun bir imar ve iskan faaliyeti başlatmıştır. Çeşitli bölgelerden zengin tüccarlar ve saygın kişiler Sinop’a getirilerek iskan edildi. Ticaretin gelişmesi için her türlü imkan seferber edildi ve bu sayede Sinop Karadeniz’in en önemli ticari üssü haline geldi.
Sultan daha sonra Türk, Arap ve Rus tüccarlarının bir uğrak yeri olan Kırım’daki Suğdak’ın fethi için hazırlıklara girişti ve Emir Hüsameddin Çoban kumandasında gönderdiği donanma ile şehri fethetti (1227). Bu sefer ile Anadolu Selçukluları’nın Karadeniz’deki ticari faaliyetleri arttı. XIII. yüzyılda Rus ve Kıpçak tacirlerin Sivas’a kadar geldikleri bilinmektedir. 1230’da Trabzon’un da Selçuklu hakimiyetini tanımasıyla Anadolu Selçukluları Karadeniz’i Doğu Anadolu’ya bağlayan, oradan da İran ve Uzak Doğu’ya kadar uzanan bir ticaret merkezini daha ele geçirmiş oluyorlardı.
XII. yüzyılın sonlarında Anadolu’nun huzur ve asayişin hakim olduğu bir ülke haline gelmesi, Alaiyye ve Sinop’un fethi Anadolu’daki transit ticaretin canlılık kazanmasına zemin hazırlamıştı. Mısır’dan gemilerle Antalya ve Alaiyye’ye getirilen mallar, Konya, Ankara, Sinop ya da Bağdat-Halep-Malatya-Sivas-Amasya üzerinden Samsun ve Sinop limanlarına ulaştırılıyordu. Ayas-Samsun güzergahı da transit ticaretinde oldukça önemliydi. 1240’ta başlayan Babaî isyanıyla 1243’te bozgunla sonuçlanan Kösedağ Savaşı Anadolu’daki ticari hayata büyük bir darbe indirdi. Kayseri ve Malatya gibi şehirlere yerleşmiş olan çok sayıda tüccar bu huzursuzluklar ve karışıklıklar yüzünden Suriye’ye kaçtı.
XIII. yüzyılın birinci yarısında Sinop-Antalya hattının doğusunda kalan şehirlerin iktisadi refah düzeyi batıdaki şehirlerden daha iyi idi. XIV. yüzyılda Erzurum 222.000, Erzincan 332.000, Harput 215.000, Niksar 187.000, Kayseri 140.000, Niğde 141.000, Aksaray 51.000, Akşehir 135.000, Ankara 72.000, Mardin 236.000, Meyyafarikin 224.000, Sivas ve Konya ise toplam 1.384.886 dinar vergi ödüyordu. XIII. yüzyılın sonlarında Konya, Kayseri, Sivas başta olmak üzere Antalya, Sinop, Erzurum, Erzincan, Malatya, Ahlat, Diyarbakır ve Mardin gibi bazı şehirlerin nüfusu yüz bini aşmıştı.
Uluslararası ticarette mühim bir yeri olan Yabanlu Pazarı’nın en önemlisi Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinin Pazarören köyünün bulunduğu yerde kurulurdu. 40 gün boyunca açık kalan bu fuarda köleler dahil her çeşit kumaş, kürk ve hayvanlar alıcı bulurdu. Yabanlu Pazarı 1277’den sonra giderek önemini yitirdi ve Moğol valilerinin yaylağı haline geldi.
Yine uluslararası nitelik arz eden bir başka önemli pazar da Mardin’in Düneysir (Koçhisar) pazarı idi. Ticari maksatla kurulan hanlar ve pazar yerleri zamanla buranın bir şehir haline gelmesine sebep oldu. Bunun dışında Kırşehir-Kayseri yolu üzerindeki Ziyaret Pazar, Ilgın’daki Yılgın, Amasya-Tokat arasında pazar günleri kurulan Azine pazarı ve Germiyan’da kurulan Alemüddin Pazarı önemli pazar yerleri idi.

ANADOLU SELÇUKLU SANATI
XI. yüzyıldan itibaren Türk göçlerine sahne olan Anadolu’da Büyük Selçuklular’ın İran’da gerçekleştirdikleri Türk-İslam mimarisiyle Anadolu kültürünün kaynaşmasından oluşan yeni bir sanat anlayışının ürünü olan kıymetli eserler vücuda getirilmiştir. Bu eserler daha sonraki yıllarda Beylikler ve Osmanlı mimarisine temel teşkil etmiştir.
Anadolu Selçuklu sanat eserleri incelendiğinde bunları etkileyen başlıca faktörlerin İslâm inancı, İslam öncesine kadar uzanan Türk kültürü ve nihayet yerli kültürler olduğu söylenebilir.

CAMİLER
Anadolu Selçukluları Müslüman bir devlet olup halkın büyük çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Bu bakımdan diğer İslam devlet ve hanedanlarında görüldüğü gibi camiler mimari eserlerin başında yer alır. Anadolu Selçukluları’na ait en eski camii XII. yüzyılın ortalarında yapıldığı bilinen Konya Alaeddin Camii’dir. Anadolu Selçuklu sanatının bir şaheseri olan bu cami, daha sonraki dönemlerde yapılan tamirat ve değişikliklerle günümüze kadar intikal edebilmiştir. Sivas Ulu Camii ise 1197 yılında II. Kılıç Arslan’ın oğullarından Kutbeddin Melikşah zamanında Kızıl Arslan tarafından yaptırılmıştır.

I. Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılan Niğde Alaeddin Camii Anadolu Selçukluları’nın klasik cami mimarisinin bütün orijinal özelliklerini bünyesinde toplamaktadır. Yine Alaeddin Keykubad tarafindan 1224 yılında yaptırıldığı anlaşılan Malatya Ulucamii Büyük Selçukluların İran’da uyguladıkları plana dayanmaktadır. Aynı sultan dönemine ait olan başka bir eser de Afşin Ashab-ı Kehf Camii’dir.
Kayseri Huand Hatun Camii ise II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında tamamlanmıştır. Sultan II. İzzeddin Keykavus zamanında yaptırılan Kayseri Hacı Kılıç Camii de bir külliye şeklinde planlanmış ve cami medreseyle kaynaşmıştır. Amasya’daki Burmalı Minare Camii’nin II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde tamamlandığı bilinmektedir. Sinop Ulu Camii ise Muineddin Süleyman Pervane tarafından yaptırılmıştır. Amasya valisi Seyfeddin Torumtay tarafından yaptırılan Gök Medrese Camii Divriği Ulu Camii’ni hatırlatan bir plana sahiptir. Bünyan Ulu Camii, Akşehir Ulu Camii ve Develi Ulu Camii de Anadolu Selçukluları’na ait kıymetli eseler arasında yer alır.
XIII. yüzyılda yapılan Selçuklu mescidlerinden bazıları da şöyle sıralanabilir. Konya Taş Mescid, Konya Sırçalı Mescid, Konya Karatay Mescidi, Konya Hoca Hasan Mescidi, Konya Beyhekim Mescidi, Konya Tahir ile Zühre Mescidi, Alanya Akçebe Sultan Mescidi, Akşehir Küçük Ayasofya Mescidi, Akşehir Güdük Minare Mescidi, Harput Alaca Mescid.

MEDRESELER
Anadolu Selçukluları zamanında yapılan medreseler arasında Afyon Boyalıköy’deki Kubbeli Medrese (1210), Isparta Atabey’de Ertokus Medresesi (1224), Konya Karatay Medresesi (1251), Konya’da Vezir Sahip Ata’nın yaptırdığı İnce Minareli Medresesi (1260-1265), Afyon Çay’da Taş Medrese, Kırşehir Cacabey Medrese (1272-1273) sayılabilir. Anadolu’da Selçuklu mimarisinin orijinal bir eseri olarak kabul edilen Kubbeli Medreseler Osmanlı camii mimarisine zemin hazırlamış, hankahlar, zaviyeler ve tekkeler hep bu plan esas alınarak gerçekleştirilmiştir.
Kayseri’deki Çifte Medrese I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tıp medresesiyle kızkardeşi Gevher Nesibe Hatun’un şifahanesinden ibaret dört eyvanlı bir yapıdır (1205). I. İzzeddin Keykavus tarafından 1217-18’de Sivas’ta yaptırılan Şifahane’de göz, dahiliye, cilt ve ruh hastalıkları tedavi edilirdi. Burada ruh hastalıklarının musiki ile tedavi edildiği bilinmektedir.
Anadolu’daki en önemli medreselerden birini teşkil eden Konya’daki Sırçalı Medrese (1242), klasik Selçuklu medreselerinin ilk örnekleri arasında yer alır. Akşehir’deki Taş Medrese 1250’de Sahip Ata tarafından yaptırılmıştır. Yine aynı şehirde Huand Medresesi, Siraceddin Medresesi ve Hacı Kılıç Medreseleri dini ilimlerin okutulduğu medreseler idi.
Sivas’ta adeta birbirleriyle rekabet edercesine aynı yıl (1271) içinde yaptırılan Gök Medrese, Büruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese abidevi eserler arasında yer alır. Gök Medrese çifte minareleri mermer portalı, çeşmesi, süsleme ve köşe kuleleriyle Sahip Ata’nın en gösterişli eserleri arasında yer alır. Gök Medrese Anadolu Selçuklu mimarisinin en gelişmiş eseridir. Büruciyye Medresesi Muzaffer Bürücirdî tarafından, Çifte Minareli Medrese ise İlhanlı veziri Şemseddin Cüveynî tarafından yaptırılmıştır. Bunların dışında 1270’te Tokat’taki Gök Medrese Muineddin Süleyman Pervane tarafından yaptırılmıştır. Erzurum’daki Çifte Minareli Medrese veya Hatuniye Medresesi Anadolu’da yaptırılan en büyük medrese olduğu gibi mimarisi, planı ve süslemeleriyle ahenkli bir üsluba sahip abidevi bir eserdir.

KÜMBET VE TÜRBELER

Anadolu Selçukluları tarafından yapılan kümbetler Büyük Selçuklu mimarisinin bir uzantısı olarak kabul edilmektedir. Çok mütevazı ölçüde yapılmakla beraber mimari bakımdan inanılmaz bir zenginliğe sahiptir. XII. yüzyılda inşa edilen ilk kümbetler önceleri sadece tuğladan daha sonra ise taştan yapılmaya başlanmıştır. Şekil olarak sekiz, on, on iki köşeli veya silindirik gövde üzerine piramit yahut külahlı kümbetler başta olmak üzere dilimli gövdeli kümbetler, kare planlı ve kubbeli, ya da dikdörtgen plan üzerine tonozlu türbeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dıştan bakıldığında bir kule şeklinde görünen kümbet genelde iki katlıdır. Birinci kata birkaç merdivenle çıkılır. Burada sanduka mezar bulunur. Asıl mezar ise alt katta yani toprak seviyesinin altında mumyalık denilen bölümdedir. Üst katta bulunan sanduka sembolik bir mezar şeklindedir. Burası daha çok bir ziyaretgah veya mescit şeklinde düşünülebilir.
Kümbetler çoğu zaman bağımsız bir mimari eser olmakla beraber bazen de cami ve medreselere bağlı olarak inşa edilmiştir. Erzurum’da Yakutiye Medresesi’ne bağlı olarak inşa edilen kümbet (1310) taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir. XII. yüzyılda yapılan Selçuklu kümbetlerinden sadece II. Kılıç Arslan kümbeti zamanımıza kadar kalmıştır. Kayseri’deki Çifte Medrese Kümbeti (1206) en eski Anadolu Selçuklu eserlerinden biridir.

I. İzzeddin Keykavus’un 1217 tarihinde Sivas’ta yaptırdığı Daru’ş-şifa’nın sağında bulunan türbenin üzerinde tuğla kubbenin örttüğü mekan üstünde dıştan on kenarlı bir kümbet yükselmektedir. Bu Anadolu Selçuklu tuğla, çini ve mozaik süslemelerin ilk abidevi eseri olup çini mozaik sanatının daha sonra ulaşacağı parlak gelişmenin ilk işaretleri olarak kabul edilebilir. Isparta Atabey’de Medreseye bağlı olarak yapılan Ertokuş Kümbedi (1223) sekizgen gövde üzerine içten kubbe, dıştan piramit külahla örtülü bir yapıdir. I. Alaeddin Keykubad’ın emirlerinden Ali Tusî’nin sağlığında Tokat’ta yaptırdığı türbe (1234)’de dıştan sekizgen bir kümbet biçiminde yükselmektedir. Kayseri’deki II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Huand Hatun türbesi (1238) camiin medreseye bitişen köşesine sonradan eklenmiştir. Kayseri’deki Çifte Kümbet ise Alaeddin Keykubad’ın hanımı Melike Adiliye için 1247’de yaptırılmıştır. Amasya’da Torumtay’ın 1266’da yaptırdığı Gök Medrese Camii’ne bitişik kümbet kesme 70 taştan kare şeklinde bir alt yapı üzerine tuğladan sekizgen bir gövde ve kıvrımlı bir piramit içindedir. Muzafferüddin Bürucirdî’nin türbesi Sivas Büruciyye Medresesi içerisindedir. Amasya’daki Torumtay türbesi (1278) diğerlerinden farklı bir özellik arz eder.

KÖŞK VE SARAYLAR
Anadolu Selçuklu sultanlarının yaptırdığı saray ve köşkler oldukça mütevazı yapılardır. Kaba taş ve tuğladan yapıldıkları için uzun ömürlü olamamışlardır. II. Kılıç Arslan’ın yaptırdığı II. Kılıç Arslan Köşkü’nün günümüzde sadece doğu cephesindeki duvarı kalmıştır. I. Alaeddin Keykubad tarafından tamir ettirildiği için onun adını alan köşk kare bir mekan üzerine yerleştirilmiştir. I. Alaeddin Keykubad Beyşehir gölü kıyısında Kubadabad adıyla meşhur bir saray yaptırdı.
Yine aynı hükümdar Kayseri’de Keykubadiye adıyla bilinen yazlık bir saray yaptırmıştı. Keykubadiye sarayı bir kaynaktan çıkan suların oluşturduğu küçük gölün kuzey tarafında sıralanmış üç köşkten ibarettir. Muhtemelen 1224-1226 yılları arasında yapılmıştır. Kayseri Erkilet yakınında Hızır İlyas adıyla bilinen Selçuklu köşkü de muntazam kesme taştan sağlam bir yapıdır. Yine Kayseri Argıncık köyünde Haydar Bey adıyla meşhur bir Selçuklu köşkü bulunmaktadır .

DİL VE EDEBİYAT
XIII. yüzyıl Anadolu Selçukluları’nın siyasi bakımdan büyük sıkıntılara maruz kaldığı bir dönem olmasına rağmen Türk edebiyatının ilk kuvvetli gelişmesi de yine bu dönemde olmuştur. Bu dönemde yetişen büyük mutasavvıfların kısmen Arapça ve büyük bir çoğunlukla Farsça olarak kaleme aldıkları ilmi ve edebi eserler yanında Selçuklu hükümdarları ve ileri gelen devlet adamları için kaleme aldıkları eserler de vardır. İste Anadolu’da İslâm kültür hayatının büyük bir gelişme gösterdiği XIII. yüzyılda Ahmed b. Muhammed et-Tûsi I. İzzeddin Keykavus adına, Kelile ve Dimne’yi, Kadı Siraceddin Urmevî Mesud b. İzzeddin Keykavus adına Kıstasü’l-adalet fî kavaidi’s-saltanat’ı, Muhammed b. Mahmud da Siyasetname tarzında bir eser yazmıştır. İbn Bibî de Anadolu Selçuklu tarihinin başlıca kaynaklarından olan el-Evâmirül’l Alaiyye’yi bu dönemde telif etmiştir.
Anadolu Selçuklulları daha ilk zamanlardan itibaren sufilere karşı büyük bir saygı göstermiştir. Tasavvuf erbabının Selçuklu sultanları ve devlet adamlarından gördükleri yakın ilgi muhtelif yerlerdeki sufilerin akın akın Anadolu’ya gelmelerine sebep olmuştur. Bu dönemde Fahreddin-i Irakî, Şeyh Necmeddin Daye, Sadeddin-i Fergani ve Mevlana gibi İslam aleminin tanınmış simaları Anadolu’daki şehirlerde yaşıyorlardı.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Farsça yazmakla beraber Anadolu’da gelişmekte olan İslami Türk edebiyatı üzerinde sürekli etki yapmıştır. Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled’in oğlu olan Mevlana Belh’te doğmuş ve 1273’te burada ölmüştür. Eserleri arasında Muineddin Pervane’ye ithaf ettiği Fîhî Mâfih, Mesnevî ve Divan-i Kebîr sayılabilir.
XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşayan ve özellikle halk kitleleri üzerinde çok tesirli olan şahsiyetlerden biri de Hacı Bektaş-ı Veli’dir. O İslami ilimlere ve tasavvuf esaslarına vakıf bir alim idi. XIII. yüzyılda Türkçe eser yazan şairler arasında Hoca Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza, Sultan Veled, Hoca Dehânî ve Yunus Emre’dir. Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Divan, İbtidânâme, Rebâbnâme ve İntihânâme gibi eserlerini babasının etkisinde kalarak yazmıştır.
Hoca Ahmed Fakih XIII. ve XIV. yüzyılda Anadolu’da büyük şöhrete kavuşan Türk şeyhlerindendir. O yaşca Mevlana’dan büyük olup babası Sultanü’l-ulema Bahaeddin Veled’den fıkıh tahsil etmiş, sonra ilahi cezbeye kapılarak kitaplarını yakıp dağa çıkmış ve Bahaeddin Veled’in ölümünden sonra geri dönmüştür. Ahmed Fakih’in günümüze intikal eden iki eseri Çarhnâme ile Kitab-ı Mesâcidi’s-şerîfe’dir. Bunlar Anadolu Türkçesinin en güzel örneklerini teşkil eder.
Şeyyad Hamza dini ve tasavvufi şiirleriyle Ahmed Fakih’i takip etmiştir. Türk tasavvuf edebiyatının gelişmesinde büyük bir tesiri olan Şeyyad Hamza’nın eserleri ve hatırası bu şiir tarzında güçlü simaların yetişmesini sağlamıştır. Şeyyad Hamza’nın Anadolu’da köy köy dolaşarak dini-tasavvufi şiir ve hikayelerle halkı aydınlattığı söylenebilir. Yusuf u Züleyha adlı mesnevisi meşhurdur.
Hoca Dehhanî de Horasan’dan Anadolu’ya gelen şairlerden olup Sultan III. Alaeddin Keykubad’a bir kaside sunmuş ve günümüze ulaşmayan manzum bir Selçuknâme yazmıştır. Dehhanî daha çok din dışı konularda yazmıştır. XIII. yüzyıl sonlarıyla XIV. yüzyıl başlarında yaşayan Yunus Emre ile Anadolu’da yetişen tasavvufi Türk edebiyatının en büyük temsilcisidir. Daha sonraki dönemlerde yaşayan pek çok edip ve şair onun etkisi altında kalmıştır. Yunus Emre’nin Divan’ı ile Risâletü’n-nushiyye adlı bir mesnevisi vardır. O Türkçe divan sahibi ilk şairdir. Yunus şiirlerini aruz ve hece vezniyle yazmıştır. Yunus Emre ilahi aşkı yaşamış ve duygularını şiirlerinde dile getirmiş, İslam’a bağlı, tarikat yoluyla halka ulaşmış bir büyük insandır. Türkçe’nin ifade gücünü ispatlamış büyük bir dil ustasıdır. Türk halkı arasında en çok sevilen ve şiirleri Anadolu’da zevkle okunan Yunus Emre aradan asırlar geçtiği halde canlılığı ve güzelliğini kaybetmeyen şiirleriyle İslami Türk edebiyatının en seçkin temsilcisidir.

Kaynak: Osmanlı Tarihi