TB/ HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER

 

HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER ( 1884-1966)

Yazar, şair ve hatip… Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önemli celselerinde yaptığı konuşmalarla ruhları tutuşturan, fikirleri kıvılcımlandıran bir konuşmacı… "Türkocağı"nın genel başkanı, Türk kültürüne büyük çalışmalarıyla katkılarda bulunmuş bir edebiyatçımız 

1884 yılında İstanbul’da doğdu. Köklü ve soylu bir aileden gelir. Büyükbabası, Abdür-rahman Sami Paşa, babası Abdüllatif Suphi Paşa’dır. Her ikisi de Tanzimat döneminin ilim ve devlet adamlarındandı. Amcası Sami Paşazade Sezai Bey de, o çağın ünlü şairleri arasındaydı.

İlköğrenimini bitirdikten sonra Galatasaray Sultanîsi’ne verildi. Edebiyatı seviyor, güzel konuşuyor ve toplantılarda daima aranıyordu. İlk şiirlerini, Galatasaray öğrenimi sırasında yazmaya başladı. Zamanın edebiyatçıları ile tanışıyor, onlardan fikir alıyor ve Türklük duygusunun gelişmesine çalışıyordu.

TÜRKÇÜ BİR JÖNTÜRK OLARAK YETİŞTİ…

Galatasaray’ı bitirdikten sonra öğretmen oldu. İlkokul öğretmenliğinden ;başlayarak, gösterdiği gelişmelerle İstanbul Üniversitesi’nin öğretim üyeliğine kadar yükseldi. İstanbul Üniversitesi’nde, Türk edebiyatı ve Türk islâm güzel sanatlar tarihi derslerini okuttu.

İlk şiir çalışmalarını, amcası şair Sami Paşazade Sezai Bey’e okumuştu. Şiirleri, hürriyet fikri ile dolup taşıyordu. Sezai Bey, yeğeninin bir şiirini, kendisinin de içinde bulunduğu Jön Türkler’in Paris’te çıkarmakta oldukları "Şura-yı Ümmet" gazetesinde yayınlattı.

Suphi Paşa Konağı, devrin şair ve mütefekkirleri ile dolup taşmakta idi. Hamdullah Suphi bunların arasında Türkçü bir Jön Türk olarak yetişti. Önce, Fecr-i Âti topluluğu kurucuları arasında yer aldı (1909). Fakat Hamdullah Suphi, daha çok Türk kültürü araştırmaları üzerinde duruyor ve Osmanlı Devleti’nin, ancak Türklüğe dayanarak kurtulacağına inanıyordu. Bu yüzden, sadece bir edebiyat akımını simgeleyen "Fecr-i Âti" topluluğundan ayrıldı ve "Genç Kalemler" topluluğuna katıldı. Genç Kalemler topluluğunun başında Ziya Gökalp vardı (1911). Bir yıl sonra, milliyetçilik hareketinin İstanbul’da merkezi halinde çalışan "Türkocağı"na girdi. Kısa bir süre sonra, kurumun başkanı olmuştu (1913).

Birinci Dünya Savaşı içinde bu kurumun bir fikir mihrakı olmasında büyük rol oynadı. Osmanlı İmparatorluğu, savaşta yenilip yer yer işgal edilmeye başlanınca, bu ateşli Türkçü İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek TBMM çalışmalarına katıldı (1920). Son Osmanlı Meclisi Mebusanı’na, Saruhan mebusu olarak girdiği için, Ankara’da kurulan meclise de bu sıfatla katıldı. İlk kabinede, Millî Eğitim Bakanlığı’na getirildi.

MECLİS’E İSTANBUL MİLLETVEKİLİ OLARAK KATILDI

Hamdullah Suphi’nin T.B.M. Meclisi’ndeki çalışmaları, Kurtuluş Savaşımızın başarısına hizmet etmiştir. Yaptığı güzel konuşmalarla ruhları uyanık ve ateşli tutmuş, Meclis’e ve topluma moral vermiştir. Millî Eğitim Bakanlığı sırasında "İstiklâl Marşı" için bir yarışma açmıştı. Bu yarışmaya Türkiye’nin birçok yerlerinden şiirler gönderildi. Fakat, T.B.M. Meclisi’nde herkesin gözü, bu yarışmaya katılmayan Mehmet Akif’de idi. Sürekli ısrarlardan sonra Mehmet Akif, İstiklâl Marşı şiirini yazdı. Meclis’in bir oturumunda bu şiiri Hamdullah Suphi, dolgun sesi ve güzel diksiyonu ile meclis kürsüsünde okuduğu zaman bir alkış tufanı arasında Meclis, tarihî günlerinden birini daha yaşamıştır.

2. ve 3. T.B.M. Meclisi’ne de İstanbul milletvekili olarak katılmıştır. 1925’de ikinci defa Millî Eğitim Bakanı oldu. Politikaya katılmış, politikacı olmuştu ama "Türkocağı" genel başkanlığını sürdürüyordu. Türkocağı’nın merkezini İstanbul’dan Ankara’ya taşıdı. Halkevleri açılana kadar (1932) sürekli olarak 19 yıl Türkocağı’nın genel başkanlığını sürdürmüştür.

1935’de Bükreş Büyükelçiliği’ne getirildi. 11 yıl bu görevde kaldı (1946). İstanbul’a döndükten sonra tekrar T.B.M. Meclisi’ne İstanbul milletvekili olarak katıldı.

1951’de Halkevleri kapanıp Türkocağı yeniden açılınca Hamdullah Suphi tekrar genel başkanlığa seçildi. Bu ikinci genel başkanlık dönemi, ilki gibi parlak geçmemiştir. Bunun çeşitli nedenleri vardı. Yaşının o tarihlerde ilerlemiş olması, bu nedenlerden sadece bir tanesidir. 10 Haziran 1966’da İstanbul’da öldü. Merkezefendi Kabristanı’na gömülüdür.

ŞAİRLİĞİNİN YANISIRA İYİ BİR ELEŞTİRMENDİ…

Edebiyatımıza şair olarak girmişti. İlk bağlandığı "Fecr-i Âti" topluluğundan aruz vezni ile şiirler yazıyor ve koyu bir Osmanlıca kullanıyordu. Daha sonra "Genç Kalemler"de hece vezni ile yazmıştır. Bu dönem şiirlerinde daha sade bir dil kullanmıştı. Gerek Fecr-i Âti topluluğuna bağlı olduğu dönemde gerekse Genç Kalemler’le birlikte hareket ettiği günlerde eleştiriler yazıyordu. Bu açıdan, eleştirmen olarak da tanınır. Ancak bu süre uzun sürmemiştir.

Asıl tanındığı alan hatipliğidir. Daha İstanbul’un işgali günlerinde yapılan mitinglerde ateşli bir Türkçü olarak görünmüş, gerek temiz diksiyonu ve etkili sesi ve gerekse kendisine has hitabet ustalığı ile İstanbul’un dikkatini çekmişti. Daha sonra, millî kurtuluş günlerinde Meclis’te ve Meclis dışında yaptığı konuşmalar, ona Cumhuriyet Hatibi adını kazandırmıştır. Halk arasında ve Meclis’de —çoğu irticalen— yaptığı bu konuşmalarını daha sonra iki kitapta toplamıştır: "Dağ Yolu" ve "Güne Bakan".