TB/ YAVUZ SULTAN SELİM

 

YAVUZ SULTAN SELİM ( 1470-1520 )

Adı gibi, hükümdarlığı da YAVUZ bir padişah… Yaman iki devletle boğuşmuş, Şah İsmail’i de, Toman Bey’i de yere sermiştir…

1470 yılının 10 Ekiminde Amasya’da doğdu. Babası ikinci Beyazıt, anası Dulkadiroğlu Bozkurt Bey’in kızı Gülbahar Hatun’dur. Kişilikli, ölçülü, cesur bir kadındı. Oğlunu da öyle yetiştirmiştir. Sağlam bir öğrenim görmüştü. Cengiz töresinin "At, Kılıç, Avrat" felsefesini benimsemiştir. Çok genç yaşta, Trabzon Sancak Beyliği’ne getirildi.

Babasının gevşek yönetimi Anadolu’yu, çeşitli yıkıcı akımların cirit attığı bir alan haline getirmişti. Doğu’da, İran’ın başında bulunan Türk asıllı Şah İsmail, yazdığı Türkçe şiirler, gönderdiği halifelerle Şiî’liği yayıyor, kendi adını, Şiî’liği kullanarak efsaneleştiriyordu. Yıl geçmiyordu ki, bir Şiî ayaklanması patlamasın…

Öte yandan, Anadolu’nun güneyindeki Dulkadiroğulları’nı himayesi altına alan Mısır Memlükü, Hilafet sancağı ile Anadolu’daki Müslümanları ayaklandırmaya çalışıyordu. Bir yandan Hilafet, bir yandan Şiî’lik, Anadolu’yu tehlikeli bir bölge haline getirmişti. Yavuz Selim, bütün bunları görüyor ve babasının, olaylara seyirci kalması onu kahrediyordu.

Bu durum, yeniçerileri de, saray ileri gelenlerini de üzmekte idi. Yeniçerilerin gözü Yavuz Selim’de, bazı saray erkânının ümidi Şehzade Korkut’ta idi. Selim, Sancak Beyliği’nin değiştirilmesini ve İstanbul’a yakın bir yere alınmasını istedi. Arkasından, babasının elini öpmek bahanesiyle İstanbul’a geldi ve yeniçerilerin yardımı ile tahtı ele geçirdi. Bu sırada babası öldü. Kardeşleri, taht üstünde hak iddia ettiler. Yavuz, bütün bunların içinden sıyrılmasını bildi, kardeşlerini bertaraf etti ve devleti tek başına eline aldı.

Gözüpek ve amansızdı. Bağışlaması yoktu. Yanılan, yanılgısını kellesiyle ödüyordu. İran’a bir sefer hazırlandı. Ordunun gerisini güven altında bulundurmak için Anadolu Şiî’lerini kılıçtan geçirdi. Oysa, kendi askerleri arasında da Şiî’ler vardı ve Şah İsmail’in üstüne gitmek istemiyorlardı. Şah İsmail ise, bütün umudunu mesafeye bağlamıştı. Durmadan geri çekiliyordu. Sonunda ordudaki bütün huzursuzluk yüze çıktı. Padişahın çadırına kurşun atacak kadar işi ileri götürdüler.

Yavuz, çadırından çıkarak kendisine kurşun sıkan askerlerine kısa bir konuşma yaptı. "Karılarının koynunu özleyenler, geri dönsün, er olan peşimden gelsin. Ben tek başıma da düşmana giderim" deyip atını tepikledi. Yeniçeriler, yaman bir serdarları olduğunu fark-etmekte gecikmediler. 23 Ağustos 1514’de Şah İsmail’in ordusu ile Osmanlı ordusu Çaldı-ran’da karşılaştılar. Yavuz, askerini dinlendirmeden İran ordusuna çullandı. Sabahtan akşama kadar devam eden, tarihin en korkunç imha savaşından sonra, İran ordusu parça parça oldu. Şah İsmail,tahtını, karısını bile bırakarak kaçtı. Yavuz, 6 Eylül 1514’de İran’ın merkezi olan Tebriz’e girdi. İran, dize gelmiş, Anadolu’nun fethi tamamlanmış, Şiî gailesi ortadan kaldırılmıştı.

DEHŞETLİ BİR SAVAŞ OLDU

Sıra Hilâfet propagandası ile Anadolu’yu kaynatan Mısır’a gelmişti. 5 Haziran 1516’da ordusu ile Üsküdar’a geçti ve 24 Ağustos 1516’da iki ordu Mercidabık’da karşılaştılar. Tarihin en dehşetli savaşlarından biri oldu. Mısır Memlükü Kansu Gavrî, savaş meydanında öldü. Zafer, yine Yavuz’da idi. Sinan Paşa komutasındaki ordunun bir parçası, Mısırlıların peşine düşmüş, Gazze’de parlak ve yeni bir zafer daha kazanmıştı.

Şimdi sıra, düşmandan daha korkunç bir düşman olan, Tih çölünden geçmeye gelmişti. Yol uzundu, su yoktu, güneş ordunun beyninde kaynıyordu. Bugün de modern orduların örnek olarak benimsedikleri bir ikmal teşkilâtı planı yapıldı. Sahra geçildi. Osmanlı ordusu, Kahire’ye 15 kilometre mesafedeki Ridaniye’de Memlûk ordusu ile karşı karşıya geldi.

Memlüklerin yeni hükümdarı Toman Bey, ordusunun bir kanadını Nil nehrine dayamış, bir kanadını da El Mukaddem Dağı’na yaslamıştı. Derin bir hendek de orduları birbirinden ayırıyordu. Yavuz, beklenmedik bir şey yaptı. Çok sarp olan El Mukaddem Dağı’nı gece dolanarak aştı ve 22 Ocak 1517’de Mısır ordusuna arkadan saldırdı. Mısırlılar, cepheden yapılacak bir saldırıyı beklerken, arkalarından hücuma uğramaları karşısında afalladılar, iki taraf da ölüm kalım savaşı veriyordu. O kadar ki, Toman Bey Türk ordugâhına kadar girmiş Yavuz Sultan Selim sandığı birisinin kellesini bile almıştı. Fakat, Yavuz’un kuvvetlerine dayanamadı ve Osmanlı kılıçları altında can verdiler. 30 Ocak 1517’de Kahire düştü.

KAHIRE’YI YENİDEN İMAR ETTİ

Yavuz, kışı Mısır’da geçirdi. Kahire’yi yeniden imar etti. Elyazması kitapları İstanbul’a gönderdi. İstanbul’a dönerken, "Emanat-i Mukaddese" (Kutsal Eşyalar) ile birlikte, son Abbasi Halifesi Mütevekkil’i de beraberinde getirdi. Mütevekkil, Hilafeti, Yavuz Sultan Selim’e gönül rizasıyla devrettiğine dair bir belge imzalamış, böylece Hilâfet, Osmanlılara geçmiştir.

Yeni bir sefere hazırlanırken, Yavuz, 21 Eylül 1520’de hastalanarak öldü. Tarihin en büyük hükümdarlarından, komutanlarından biri daha böylece dünyadan göçtü.